2020 yılını baştan aşağı uzun soluklu bir yıl “pandemi yılı” olarak kabul edebiliriz. Kuşkusuz 2020 yılına koronavirüs damga vurdu. Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan Covid-19 kısa sürede tüm dünyaya yayıldı. Maske, mesafe, temizlikle başlayıp, bünyeyi güçlendirici besin maddelerinin kullanımıyla devam ederken sonunda aşılıma başladı. “Bir ve iki doz aşısını olanlar hem sağlık hem de psikolojik yönden rahatladı diyebilirim.” Bu arada 3. doz aşılama çalışmaları da devam ediyor.

“Bunca olanlara rağmen 2021 yılı 2020 yılından daha riskli bir yıl olacak gibi görünüyor.” Çünkü bu riskin büyüklüğünü kuraklık oluşturmaktadır. Çekilen sular, kuruyan göller… Bu durumun ülkemiz tarımına olumsuz etkilerinin başında düzensiz ve tarımsal üretime olumsuz yansıyan hava şartlarını sayabiliriz.

Öncelikle bahar aylarında aşırı yağışlar meydana geldi. Arkasından mevsim şartlarının üzerinde seyreden aşırı sıcaklar yaşandı. Bu durum direk olarak “tarımsal üretimde rekolte kayıplarına neden oldu.” Nisan, mayıs ve haziranda ülkemiz genelinde dolu ve sağanak yağışlar etkili oldu. Sonrasında taşkınlar sel baskınları sonucunda tarımsal üretim alanlarında özellikle “sebze, narenciye bahçelerinde ve seralarda üretim kayıplarına yol açtı.” Ardından “hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi birçok üründe rekolte kayıplarını beraberinde getirdi.” Yanlış zamanda yaşanan aşırı sıcaklar sonucu özellikle hububat, fındık ve süs bitkileri gibi tarımsal üretim bölgelerinde rekolte kayıplarının yaşanmasına sebep oldu. Hasat edilen yerlerde özellikle aşırı sıcaklar nedeniyle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu’da hububat, Akdeniz’de buğday, mısır ve üzüm, Ege’de çiçek süs bitkileri, Karadeniz’de ise sahil kesiminde fındık üretimi olumsuz etkilendi.

“Kuraklık denilince insanların aklına genel olarak su ve gıda güvenliği gelmektedir.” İnsanların her an, yeterli besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik olarak ulaşabilmesi son derece önemlidir. Bunları düşününce kendi kendimize “tarımsal üretimde yeterlilik durumumuz nedir?” Sorusu aklımıza geliyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre kendimize yeterlilik oranımız genel tahılda yüzde 87.8, buğdayda yüzde 94.8, soyada yüzde 4, ayçiçeğinde yüzde 60.1, kırmızı mercimekte yüzde 71.7, mısırda yüzde 75.5, kuru baklagilde yüzde 94.7’dir.

Ülkemizde buğday üretiminin yaklaşık yüzde 35’ini İç Anadolu Bölgesi gerçekleştiriyor. Bu bölgede “üretim alanlarının yaklaşık olarak yüzde 75’i yağış rejimine bağlı tarım yapılmakta ve kalan yüzde 25’inde ise sulu tarım vardır.” Biz kuraklığı sadece kıraç alanları etkiliyor olarak düşünüyoruz. Oysaki sulu alanlarda da çiftçi devamlı sulama yapmak zorunda kalıyor. Bu durum çiftçinin üretim maliyetlerini yükseltiyor. Diğer taraftan da bitkiler de strese giriyor verim yönünden de kısmi bir azalmalar görülebiliyor.

“Ülkemiz dünyanın en büyük un ve unlu mamuller ihracatçısı konumundadır.” Rekolte kaybı sadece kendi ihtiyacımız için değil bunlara bağlı sanayi içinde ciddi miktarda bir ham madde ihtiyacı var. Dolayısıyla bu durumda sektör de biraz tedirgin oluyor diyebiliriz. Ülkemizin buğday rekoltesi, yıllık yağışa göre 19-21 milyon ton arasında değişmektedir. “Hasat sonrası alınan verimler böyle giderse 17-18 milyon ton arasında bir rekolte olacak gibi.” Tabi benimkisi hasat bitmeden başlangıç olarak iyimser bir görüş.

“Ara mevsimlerin yaşanılmaması ve direk olarak yaz ve kış olacak şekilde geçiş yapmaya çalışan iklim değişiklikleri, sıcak hava dalgaları, taşkın ve kuraklıklar gibi aşırı hava ve iklim olayları ve afetlerindeki artışlar, gıda güvenliğini kesintiye uğratabilir.” Ülkemizin sahip olduğu gıda varlığı, tarım yapılabilen alandaki ve tarımsal ürün tutarındaki değişikliklerden etkilenmektedir. Olası ilgili başka etmenlerle birlikte “gıda üretimindeki değişikliklerin, gelecekte de gıda fiyatlarını etkileyebilir.”

Dünyada ve ülkemizde yaşanan kuraklık riskine karşı, önlemlerimizi şimdiden almalıyız. “Başımızı sallar önlemler almaz, yeterli üretimi sağlayamazsak, artık üretici ülkelerden ucuz buğday ve diğer ürünleri temin etme imkânımız kalmayacaktır.” Kaldı ki, paramız olsa da, bazı ürünlerin ithalatı mümkün olmayacaktır.

Son Söz: Bazı zamanlarda “parası verildiği halde düdüğün çalınamadığı durumlar da vardır!”