Bu seçimin karakterini belirleyen politik tavır, HDP eş başkanı tarafından ilan edilmiştir. HDP eş başkanının sarfettiği, “Kürdistan’da kazanacağız, batıda AKP ve MHP’ye kaybettireceğiz” sözü, açıkça 31 Mart’ın yerel seçim kimliğini gölgede bırakacak önemde belirgin bir beyandır . Hiç şüphesiz yerel seçimlerin beka gibi genel siyaset kavramıyla ilişkilendirilmesi bu beyanın doğru okunması ile ilişkilidir. Elbette bu açık bildiri Cumhur İttifakı’nın beka söyleminin hangi kaygılarla gündeme taşındığının temel gerekçelerinden biridir. HDP, öteden beri etnik siyaset yapmaktadır.

Etnik siyasetin, Türkiye’yi nerelere getirdiğini hepimiz biliyoruz. Bu üslup tanıdıktır; bu siyaset bilinmektedir. HDP’nin bu açık beyanı batıya, Türkiye siyaseti üzerindeki gücünü gösterme, ülke siyaseti açısından etnik yoğunlaşmanın altını çizme stratejisi gütmektedir. Görünen o ki, mevcut CHP yönetimi HDP’yi içselleştirme açısından bir kaygı taşımamaktadır. Ortanın solundan sosyalist enternasyonale evrilen CHP’nin, HDP ile yaptığı iş birliği milletdaşlarımızın şaşmaz sağduyusunda kabul görmeyecektir. Fakat kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan ama bu hassas seçim sürecinde “demokrasi güçleri” (!) zemininde yürüyen zihniyetin yaşadığı handikap daha çok dikkat çekmektedir.

Halbuki milliyetçi siyasetin bu siyasi kavşakta atması gereken adıma ilişkin çok önemli olaylar olgular mevcuttur. Bu konuda en belirgin örnek yakın geçmişten hatırlanabilir: 7 Haziran seçimi sonrasında kendisine CHP tarafından hükümet kurma teklifi yapılan ve bu teklifi açık ve keskin bir tavırla reddeden MHP lideri Devlet Bahçeli’nin duruşu, özellikle bugün “milli demokrasi dersine giriş” şeklinde yeniden incelenmelidir. Türkiye’nin doğal siyaset zeminine geri dönmesi, milli iradenin gölgesiz bir şekilde tesis edilmesi yolunda çok önemli bir reddediştir o. Siyasette var oluş pratiğini parti çıkarı ve koltuk sevdası yerine ülke çıkarı ve cumhur bekası üzerine kuran Devlet Bahçeli tarzı siyaset anlayışının aslında ‘Milliyetçi Siyaset Okulu’nun doğal bir yansıması olduğunu anlamak zor değildir.

Milliyetçiliğin olmazsa olmazı devletin bekası ve milletin bölünmez bütünlüğüdür. Batı tipi kozmopolit demokrasi zihniyeti, Türkiye’nin son kırk yılında değişim, Sorosçuluk, etnik siyaset, bölgecilik, Amerikan tipi lobilere dayalı faaliyetler, pür-liberalizm gibi kelimelerle kamuoyu yaptı. Gelinen nokta, HDP’yi yeniden siyasi aktör yapmak seçeneğini kamuoyunun idrakine sunmuştur. MHP’ye muhalefet eden ve AKP’yi artık çöpe atılan geçmiş uygulamalarıyla gündeme taşıyanlar, bugünkü terörle mücadeleyi, devletin içinde paralel yapılanan darbeci şer odaklarına vurulan devlet tokadını görmek, göstermek istemiyorlar.

Oysa devletin esası meselesi bugün tartışılmaz noktaya gelmiştir. Beka, milliyetçi hassasiyetin dışa vurumudur. Türkiye artık, ekonomisi, siyaseti, dış güvenliği, iç huzuru ve uluslararası konumuyla gölgesiz, yabancı başkentlere angaje olmadan ilerleme, huzura dayalı projelerle yarınlara yürüme faslına geçmelidir. Bunun için siyasetin normal zeminde yapılması, siyasi iradenin milli hassasiyetlerle gerçekleşmesi gerekir. Aslında her şey devletin bekası, milletin mutluluğu meselesinde kilitlenmiştir. Devletin bekasını yok saymak, milletin mutluluğu adına var olan her umudu yok edecektir. 31 Mart seçiminde büyük Türk milleti işte bu gelecek tasavvurunu oylayacaktır.