Türkiye’de 29 Ekim 1923’te kabul edilen “cumhuriyet” yönetim şekli bugün 98 yılını doldurmuştur. İki yıl sonra Cumhuriyet’in 100. yılını kutluyor olacağız. Bir yönetim biçimi olarak cumhuriyetin tanımı üzerine içerik ve şekil açısından çokça şey söylenip yazılabilir. Ancak kısaca ifade edilecek olursa cumhuriyet; milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği devlet başkanı ve hükümet üyeleri / milletvekilleri aracılığı ile kullandığı bir yönetim biçimidir. Bu açıdan cumhuriyette en temel kural, yönetim konusunda içeriğinde seçim ve tayin usulünün bulunmasıdır. Seçim ve tayin usulü cumhuriyet yönetim biçiminin olmazsa olmazlarıdır. Doğal olarak cumhuriyet yönetim noktasında veraset usulünü kesin bir biçimde reddettiği gibi halkın tercihini önceler ve bunu her türlü iradenin üstünde tutar. Böylece bireylerin kendi iradeleri ile verdikleri kararlar bütüncül bir biçimde halk egemenliğine dönüşür.

TÜRK İDARE SİSTEMİ

Cumhuriyet yönetim biçimine geçiş Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması neticesinde olmuştur. Bu durum belirli bir düşünsel arka plan ve tarihsel tecrübe ile birlikte yeni Türk devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde gerçekleşmiştir. Türk milleti, cumhuriyeti bir yönetim biçimi olarak kabul etmeden önce 23 Aralık 1876’da Birinci Meşrutiyet’in, 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanı ve bu devrelerde yürürlüğe konulan Kanun-i Esasî ile anayasal yönetim şeklini ve mutlakiyetten meşrutiyete geçişi görmüştür. Yaşanan gelişmeler Türk idare sisteminde önemli birer değişiklik olmakla birlikte cumhuriyet gibi bir yönetim şekli ile mukayese edildiğinde ondan oldukça geride kalmaktaydılar. Çünkü meşruti yönetim şekli ile cumhuriyet yönetim biçimine içerik açısından bakıldığında birbirlerinden çok farklı yapılarının olduğu görülür. İdare sistemi hususunda cumhuriyet, devlet başkanlığının babadan oğula geçtiği saltanat sistemi yerine seçimle belirlendiği rejimi ifade eder. Hâlbuki meşrutiyette yetkileri sınırlandırılmış olmakla birlikte saltanat sistemi devam ediyordu.

CUMHURİYET’E DOĞRU

Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde cumhuriyete doğru giden yolda ciddi kararlar alınmış ve alınan kararların her biri bu aşamada önemli birer dönüm noktasını teşkil etmişlerdir. Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra Milli Mücadele dönemi içerisinde milletin istiklal ve bağımsızlığı konusunda birtakım ciddi kararlar alırken ilk önce yayımlanmasına öncülük ettiği 21/22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi’nde bu konudaki düşüncelerini ortaya koymuştur. Amasya Genelgesi’nde bir taraftan Milli Mücadele’ye bir istikamet çizilirken diğer taraftan millet etkin bir unsur olarak gösterilmiştir. Daha sonra 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihlerinde toplanan Erzurum ve 4 - 11 Eylül 1919 tarihlerinde toplanan Sivas kongrelerinde alınan kararlarda da milli egemenlik düşüncesini etkin bir biçimde ön plana çıkarmıştır. Bu evrede cumhuriyete doğru fikrî ve fiili olarak bir yönelme meydana gelmiştir. Ortaya çıkan bu durum Milli Mücadele döneminde cumhuriyetin temelini meydana getirmiştir.

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılması ile aslında ismi konulmamış bir cumhuriyet yönetim biçimi kabul edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisine gelen milletvekillerinin hepsi halkın oyları ile Meclis’e katılmışlar ve millet egemenliği hususunda önemli kararlar almışlardır. Mustafa Kemal Atatürk’ün çağrısı ile toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde alınan kararlarda, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu, Meclis’in üstünde hiçbir gücün bulunmadığı, Meclis’in yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kendi bünyesinde topladığı belirtilmiştir. Geçici kaydıyla bir hükümet başkanı ya da padişah vekili atamanın doğru olmadığı, padişah ve halifenin durumunun baskı ve zordan kurtulduğu zaman Meclis’in vereceği karara göre belli olacağı ifade edilmiştir. Alınan bu kararlar ile beraber cumhuriyetin resmi bir yönetim biçimi olarak kabul edilmesi için daha uygun bir zamanın gelmesi beklenmiştir. Hemen başlangıçta resmi olarak cumhuriyet düşüncesi açığa çıkarılmamıştır.

Cumhuriyete giden yolda yapılandırılan sistem kademe kademe daha demokratik bir özellik kazanırken bu aşamada atılan önemli adımlardan birisi de yeni Türk devletinin ilk anayasası olan 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun kabul edilmesi olmuştur. Kabul edilen ilk anayasa olarak Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu, yönetim usulünün halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayandığı açıkça vurgulanmıştır. Diğer taraftan yürütme kuvveti ve yasama yetkisinin, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde belirip toplandığı, Türkiye’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından idare edildiği ve hükümetinin “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını aldığı üzerinde durulmuştur. Aynı zamanda seçimle ilgili esas ve usuller tespit olunmuştur. Meclis’in açılışı sırasında aldığı kararlarla beraber kabul ettiği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda da millet egemenliği açık bir şekilde dile getirilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1 Kasım 1922’de alınan kararla saltanat makamının kaldırılması da cumhuriyete doğru giden sürecin bir başka aşamasını teşkil etmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın askeri açıdan başarıya ulaşması ve Meclis’in 1 Kasım 1922 tarihli kararıyla saltanatın kaldırılması üzerine Türkiye’de millet egemenliğine doğru büyük bir kapı açılmıştır. Saltanatın kaldırılmasından sonra özellikle yeni geçilecek rejime yönelik düzenlemeler için gerekli ortamı hazırlama noktasında birtakım çalışmalar yapılmıştır. Yeni devletin rejimini netleştirme konusunda bazı adımların atılması gerekli görülürken halk arasında da bunun için uygun bir zemin yaratılması hususunda girişimlerde bulunulmuştur. Bunun sonucunda da ülkede rejimin ne olacağının tartışıldığı sırada 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun birinci maddesine “Türkiye Devletinin şekli Hükümeti, Cumhuriyettir.” ibaresi eklenmiştir. Cumhuriyet’in ilanı ile rejim tartışmalarına son verilmiş ve böylece 1920’den bu yana var olan idare şeklinin adı konulmuştur.

TEKLİF DAHİ EDİLEMEYECEK

20 Nisan 1924’te yürürlüğe giren ve yeni Türk devletinin ikinci anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun birinci maddesinde de “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” denilerek cumhuriyet bir devlet biçimi olarak kabul edilmiştir. Yani artık cumhuriyet, Türk devlet yapısı içerisinde bir hükümet biçimi değil devlet şekli hâlini almıştır. Bu özellik daha sonraki 9 Haziran 1961 ve 18 Ekim 1982’de kabul edilen anayasaların birinci maddelerinde de olduğu gibi korunmuştur. Aynı zamanda anayasaların her birinde herhangi bir şekilde geriye dönüşün önüne geçilmesini engellemek için de birinci maddelerindeki devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hükmün değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği maddesine yer verilmiştir. Zaman zaman yapılan tartışmalarda anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez denilen maddelerinin bazı çevrelerce tartışmaya açılmak istenmesi durumu göz önüne alındığında böylesi bir kararın ne kadar yerinde olduğu daha iyi anlaşılır.

Bütün bunlarla birlikte burada önemle belirtilmesi gereken nokta Mustafa Kemal Atatürk’ü cumhuriyet fikrine yönelten, onun önce hükümet sonra da devlet şekli olarak kabul edilmesini sağlayan etkenin ne olduğudur. Mustafa Kemal Atatürk’ü cumhuriyete yönelten en önemli etkenlerden biri onun en iyi devlet ve hükümet şekli olmasıdır. Çünkü cumhuriyet özellik olarak millet egemenliğine dayanmaktadır ve sistem olarak demokrasiyi öne çıkarmaktadır. Her demokratik yönetim cumhuriyet olmasa da demokrasinin en ideal biçiminin cumhuriyetin çatısı altında yaşanabilecek durumda bulunmasıdır. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk’e göre “Cumhuriyet rejimi demek demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir.” Bu açıdan Mustafa Kemal Atatürk içinden çıktığı Türk milletinin temel yapısını da göz önüne alacak ve 31 Ekim 1924’te Cumhuriyet’in ilanının birinci yıldönümü münasebetiyle verdiği bir demeçte şöyle diyecektir: “Türk milletinin tabiat ve şiarına en mutabık olan idare, cumhuriyet idaresidir.” Dolayısıyla Mustafa Kemal Atatürk’e göre Türk milletinin karakterine en uygun yönetim şekli cumhuriyettir. Cumhuriyet’in kabulüyle Türkiye’de saltanattan millet egemenliğine, tebadan vatandaşlığa geçilmiştir. Birey ön plana çıkmıştır.

YAŞASIN TÜRKİYE CUMHURIYETİ

Cumhuriyet’in ilanı yeni Türk devletinin kuruluşu aşamasında en temel inkılap hareketi olduğu gibi kendisinden sonraki sürece de yön vermiş; siyasi, sosyal, kültürel, hukuk, eğitim, ekonomi alanlarında devlet ve toplum yapısını düzenleyen bütün inkılap hareketlerinin temelini meydana getirmiştir. Bu açıdan da yine Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1936’da Meclis’in beşinci dönem ikinci yılını açarken yapmış olduğu konuşmada söylediği şu söz oldukça önemli ve anlamlıdır: “Cumhuriyet yeni ve sağlam esaslarıyla Türk milletini emin ve metin bir gelecek yoluna doğru koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur.” Böylece az zamanda çok ve büyük işler yapılarak Türk milletinin geleceğe daha emin bir biçimde bakması sağlanmıştır. Yetişen fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür yeni nesiller Cumhuriyet’in ve onun sağladığı kazanımların koruyup kollayıcısı olmuşlardır. Cumhuriyeti güçlendirerek günümüze kadar getirmiş ve daha da kökleştirmişlerdir. Bundan sonra da daha güçlü bir şekilde geleceğe taşıyacaklardır.

Bu vesile ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, kahraman silah arkadaşlarını, gazilerimizi, vatan için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi saygı ve rahmetle anıyor, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı en içten dileklerimle kutluyorum. Yaşasın Türk milleti, yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.