AB’ye üye ülkelerin liderlerini bir araya getiren zirve, 25-26 Mart tarihlerinde gerçekleştirildi. Zirvenin gündeminde Kovid-19 salgını, aşılama çalışmaları, ekonomi, ABD ve Rusya’yla ilişkiler ve elbette göçmenler ve Doğu Akdeniz’le yakından alakalı olarak Türkiye ile ilişkiler bulunuyordu. Zirve öncesinde basına sızan taslak bildiriden, Türkiye ile ticari ilişkilerin derinleştirilmesi amacıyla Gümrük Birliği anlaşmasının ve göçle ilgili ilişkileri belirleyen 18 Mart mutabakatının güncellenmesi hususlarında AB’nin bir arayış içerisinde olduğu görülmüştü.

Türkiye ile ilgili alınan kararlara bakıldığında her şeyden önce belirtmek gerekir ki AB, Doğu Akdeniz'de istikrar ve güvenliğin sağlanabilmesi için Türkiye ile iş birliği içinde hareket etmesi gerektiğini ikrar etti. Ayrıca, Türkiye’nin uzun zamandır dile getirdiği birçok hususta daha makul bir pozisyon belirlediğini ortaya koydu. Örneğin, Doğu Akdeniz’de gerginliğin düşmesinden, Türkiye ile Yunanistan arasında görüşmelerin başlamasından ve Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik görüşmelerin yapılacak olmasından memnuniyet duyduğunu ilan etti.

“Son dönemdeki daha olumlu dinamiği güçlendirmek için, ortak ilgi alanlarında iş birliğini geliştirmek üzere Türkiye ile kademeli, orantılı ve geri dönülebilir şekilde çalışmaya ve hazirandaki AB Konseyi toplantısında daha fazla karar almaya hazır” olduğunu ilan eden AB, olumlu gündemin devam etmesini ise “Türkiye'nin yapıcı şekilde çalışması” şartına bağladı. Dolayısıyla, AB’nin olumlu gündemden arzuladığı ancak bunun sağlanabilmesi için Türkiye’den bazı beklentileri olduğu sonucunu çıkarmak mümkün. Haziran ayındaki zirveye yapılan atıfta esasen, Türkiye’nin atacakları adımların takip edileceği ve hazirandaki zirvede beklentilerin karşılanıp karşılanmadığına bakılarak Türkiye ile ilişkilerin seyrinin belirleneceği mesajı veriliyor.

Türkiye, hem Doğu Akdeniz’de gerginliğin azaltılması hem de diplomatik görüşmelerle ihtilafların çözüme kavuşturulması için yapıcı bir tutum sergiledi. AB’nin de tespit ettiği “son dönemdeki olumlu dinamik” esasen büyük ölçüde Ankara’nın yapıcı tavrı sayesinde mümkün olabildi. Yunanistan’ın ve GKRY’nin yaptığı gibi sorun çıkarmak için bahane arayan taraf hiçbir zaman Türkiye olmadı. Dolayısıyla AB’nin, Türkiye’nin olumlu gündem ve uzlaşı için attığı adımları not ederek Türkiye’ye bu konuda ayak uyduramayan AB üyelerini uyarmasını beklemek hakkımızdır.

Ne var ki, AB’nin Rum-Yunan ikilisine herhangi bir uyarıda bulunduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor. Aksine, son zirvede olumlu gündemin şartlara bağlanması ve ilişkilerde iyileşmeyi sağlayacak ilave adımlar için haziranda yapılacak zirveye işaret edilmesi AB tarafından beklentilerimizin çok da yüksek olmaması gerektiğini ortaya koyuyor.

Türk vatandaşları için vize muafiyetinin getirilmesi, göç sorunu konusunda iş birliğin artması ve adil külfet paylaşımı, terörizmle mücadelede olmak üzere güvenlik alanında dayanışmanın arttırılması, Türkiye’nin AB üyelik hedefine pozitif yaklaşım ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi gibi konularda AB’nin çok temkinli olacağını, bu alanlarda adım atmak için Türkiye’den bazı tavizler bekleyeceğini öngörmek yanlış olmaz.

Oysa AB’nin kısmen de olsa sonuç bildirisinde belirttiği üzere Türkiye ile iyi ilişkiler kurmasının AB ve tüm bölge için önemli kazanımları olacağı açık. Eğer ki AB, bölgemizde barış ve istikrara katkı sunmak istiyorsa, bazı üyelerinin uzlaşmaz politikalarını göz ardı ederek Türkiye ile daha yapıcı ilişkiler geliştirmek zorunda. Bu çerçevede AB’nin enerji, ulaştırma, terörle mücadele, göç kriziyle mücadele ve vize serbestisi gibi karşılıklı menfaatlere hizmet eden alanlarda daha cesur adımlar atması gerekiyor.

Dışişleri Bakanlığımızın da açıklamasında belirttiği üzere bu konularda AB tarafından adım atılması hâlinde Türkiye bu adımlara aynı şekilde karşılık verecektir. Aksi hâlde, Rum- Yunan propagandasına esir olan bir AB ile karşılaşırsak, son aylarda ortaya çıkan ancak pamuk ipliğine bağlı olan olumlu havanın dağılması kuvvetle muhtemel.