VRUPA Birliği kıtada büyük bir yıkıma sebep olan 2. Dünya savaşından çıkarılan en önemli dersti. Buna göre, Avrupa’nın barış ve huzuru, bölge ülkelerinin birbiri ile iyi niyetli ilişkiler kurmasından ve hatta bunun da ötesine geçerek bütünleşmesinden geçmekteydi. Yani ülkeler arasında farklılıklar, anlaşmazlıklar, çıkar çatışmaları ve rekabet değil, işbirliği, eşgüdüm ve ortak değer ve çıkarların öne çıkarılması esas olacaktı. Birçok siyasi gözlemciye göre, bu proje gayet başarılı oldu ve Avrupa’nın 1945’ten beri yaşadığı çatışmasızlık dönemi büyük ölçüde AB’nin sağladığı bütünleşme ile açıklanabilirdi.

Ne var ki son yıllar AB için zor oldu. Avrupa ülkelerindeki ekonomik şartların 2009 ekonomik krizi ile kötüleşmeye başlamasının hemen ardından Ortadoğu bölgesinden Avrupa’ya akın eden göçmenlerin yarattığı sosyo-ekonomik sorunlar Avrupa Birliği için ciddi bir sınav niteliğine büründü. Avrupa halkları, küçülen pastanın bir kısmının da savaştan kaçan Suriyeliler gibi yabancılara verilmesini bir ekonomik çıkar meselesi olarak görmekle kalmayıp, bunu bir kimlik meselesi olarak değerlendirdi.

Avrupa, Batı’nın modern, liberal ve demokratik düzenine yabancı “doğulu Müslüman ve geri kalmış” Ortadoğulular ile yüzleşmek zorunda kalınca aşırı sağ siyaset, popülist söylemlerle taraftar kitlesini genişletme imkanına kavuştu. Avrupa’da Marine Le Pen, Gert Wilders gibi birçok siyasetçi, “Türkler ve Müslümanlar” üzerinden ırkçı, ayrıştırıcı ve İslamofobik söylemlerle gündemi işgal etmeye başladı. Neredeyse tüm AB ülkelerinde, liberal ve demokratik sol hareketler güç kaybederken, ırkçı söylemlerde bulunan partiler daha büyük destek görmeye başladı. Bu süreç, ilk bakışta Avrupa’nın yaşadığı sosyo-ekonomik sorunların dolaylı bir sonucuymuş gibi görünse de bunu tetikleyen başka gelişmeler de yaşandı. İngiltere’nin AB üyeliğinden çıkmak istemesi, Rusya’nın artan gücü ile Doğu Avrupa üzerinde varlığını daha çok hissettirmesi ve son olarak Trump ile başlayan tek-taraflılık, Avrupa’nın kendine duyduğu güveni örseledi.

Bu öz güven sarsıntısı, Avrupa ülkelerinin birbirleri ile olan sıcak ilişkilerini dahi olumsuz yönde etkilemeye başladı. AB üyesi ülkeler arasında göçmen krizi, ekonomik programlar, ABD ve Rusya ile ilişkiler gibi birçok konuda uzlaşının sağlanması daha zor hale geldi. Bir yandan başta Ukrayna olmak üzere Doğu Avrupa’da nüfuz alanını genişleten Rusya, diğer yandan da müttefikleriyle eski uyumu gösteremeyen ABD arasında kalan AB, güvenlik kaygılarının artmasına engel olmadı. Bunun getirdiği bir tartışma ise “AB ordusu” oldu. Son zamanlarda AB ülkelerinde, özellikle de Fransa’da, AB üyesi ülkeler için ortak bir ordunun kurulması gerektiği yönünde tartışmalar yaşanıyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir ankette, Fransızların yüzde 62’sinin “AB ordusu” fikrini desteklediği ortaya çıktı. Bunun birçok ülkede benzer şekilde olduğunu tahmin etmek yanlış olmaz. Bu yönde artan kanaat, hem Avrupa’nın iç asayişinin sorunlarla karşılaşabileceği hem de ABD’nin NATO ile Avrupa’ya sağladığı güvenlik şemsiyesine artık pek itimat edilmediğini göstermesi bakımından önemli.

AB ülkeleri, güvenlik kaygılarını daha fazla dile getirir ve bunları gidermeye yönelik yeni fikir ve projeleri tartışırken, daha büyük beka sorunlarıyla karşı karşıya olan Türkiye’nin Rusya’dan S-400 satın almak istemesine kimse şaşırmamalı. NATO’nun artık önemsenmediği anlamına gelen ABD’den bağımsız bir AB ordusu kurma girişimi, ABD açısından Türkiye’nin S-400 almasından daha ciddi bir uyarı. Dolayısıyla ABD, Avrupa’daki nüfuz alanını korumak istiyorsa, önce Avrupa’da ırkçılık olarak dışa vuran süreci sona erdirmenin hem de AB ülkeleri arasındaki anlaşmazlıkları bitirmenin yolunu aramalı.