1979 Devrimi ve takip eden Rehineler Krizi’nden itibaren ABD ile İran arasında resmi diplomatik ilişkiler bulunmuyor. İran İslam Cumhuriyeti, o günden itibaren Anayasaya yansıyacak keskinlikte bir anti Amerikan dış politika dili inşa etmiş ve ABD’yi “Büyük Şeytan” olarak tavsif etmiştir. Bununla birlikte İran-Irak savaşı yıllarında Körfez’de yaşanan “Tanker Savaşları” ve 2000’li yıllarda yaşanan kayıpsız bazı itişmeler dışında iki devletin orduları hiç karşı karşıya gelmemiştir. 2020 Ocak ayında Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra da iki tarafça teyit edilmiş bir çatışma olmamıştır. Bunlardan yola çıkarak tarafların birbirlerine muhabbetleri olduğu iddiasında değilim ancak İran düşmanlığıyla meşhur Afganistan’daki Taliban rejimini 11 Eylül saldırıları ardından ortadan kaldıranın da, İran’la 8 yıl savaşan Saddam rejimini ortadan kaldıranın da ABD olduğunu biliyoruz.

Her şeye rağmen İran-ABD ilişkileri uluslararası ilişkiler yazınında hasmane ilişkiler biçimine örnek olarak gösterilmeye devam eder. Esasen iki taraf arasında nükleer müzakerelerden Orta Doğu menşeli silahlı örgütlerin desteklenmesine kadar çok sayıda uzlaşmazlık başlığı olup karşılıklı ağır suçlamalar, tehditler, örtülü operasyonlar 40 yıldır sürmektedir.

Ancak bu ilişkiye ışık tutacak; bütün bunların dışında bir konu giderek daha görünür hale gelmektedir.

Bilindiği gibi Karabağ’da, Eylül-Kasım 2020’de 44 gün süren bir savaşla Azerbaycan, 30 yıl işgal altında kalmış olan topraklarını işgalden kurtarmıştır. Bu savaş sırasında tüm dünyanın gözleri Güney Kafkasya’da idi. Türkiye açık ve güçlü bir şekilde Azerbaycan’ı desteklemiş, gerektiğinde ve Bakü istediğinde bunun askeri bir destek olacağını da belirtmişti. Bu, savaşın sonucuna tesir eden en önemli etkenlerden oldu. Azerbaycan ordusu modern silahlar ve büyük askeri gayretle, 3000 civarında şehit vererek tarihi bir başarıya imza attı. 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan gece Rusya ara buluculuğunda bir ateşkes antlaşması imzalandı ve buna göre Ermenistan; Azerbaycan topraklarından çekilmeyi, bölgeden göç ettirilenlerin yerine dönmeleri hususunu, Nahçıvan ile Azerbaycan’ın ana ülkesi arasındaki kara yolu ve demir yolunun açılmasını kabul etti. Taraflar Eski Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi arazisinin bir kısmını içeren bölgede 5 yıllığına görev yapmak üzere Rus Barış Güçlerinin gelmesini de kabul ettiler.

Bu ateşkese ilişkin maddeler birer birer uygulanmaya başlandı. Hatta Ermeni güçlerinin Kelbecer’den çıkmaları sürecinde Erivan’ın ek süre talebi Bakü tarafından reddedilmedi. Esir ve naaş teatisi yapıldı. Eş zamanlı olarak ateşkes antlaşmasında Laçın Koridoru’na ilişkin belirtilen hususlar Azerbaycan tarafınca icra edildi. Bunun yanında, Azerbaycan, koridorun alternatif yolunu inşa etmeyi de başardı. Ermenistan tarafı ise savaşın ardından çok sayıda Azerbaycanlı asker ve sivilin ölümüne neden olan mayınları gösteren haritaları vermekten imtina etti.

Konunun diplomatik boyutunda ise Türkiye, Azerbaycan ve Rusya, 6’lı format da denilen bir yeni diyalog ve iş birliği mekanizması çağrısında bulundular. Bu mekanizma Ermenistan, Gürcistan ve İran’ı da içine alan bir formattı.

Savaş sırasında tavrı Azerbaycan kamuoyunda ve hatta İran kamuoyunda büyük tepki doğuran Tahran, gelişmelerden duyduğu memnuniyetsizliği birkaç kere açık etti. Bunlardan en hatırda kalanı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Aralık 2020’de Azerbaycan ordusunun zafer geçidi törenlerindeki konuşmasında okuduğu şiir üzerine yaşanılanı oldu. İran Dışişleri Bakanı “Araz’ı ayırdılar…” şiirine twitter üzerinden reaksiyon göstermiş ve kriz yaşanmıştı. Bu kriz kısa sürede çözülmüş olsa ve taraflar iyi niyet açıklamaları yapmış olsa da, Tahran yaklaşık 2 yıldır Türkiye-Azerbaycan ilişkilerindeki yakınlaşmanın seviyesinden duyduğu rahatsızlığı gizleyememekte, birtakım çıkışlar yapmaktadır.

Azerbaycan ordusunun bölgedeki her kazanımında Tahran resmîlerinden “bölgede sınırların değiştirilmesine müsaade etmeyeceğiz” şeklinde açıklamalar gelmektedir. Kastedilen hangi sınırdır? Karabağ içindeki Rus barış güçleri denetimindeki alandan bahsediliyorsa bundan neden rahatsız olmaktadır? Zengezur koridorunun açılması dert ise, bunun İran-Ermenistan sınırını ortadan kaldırmayacağını İran bilmemekte midir?

Doğrusu İran, bölgede çekim merkezi olan bir Azerbaycan, Tahran’a daha az ihtiyaç duyacak bir Ermenistan istemiyor. Güçlenen bir Azerbaycan’ın ve güçlenen Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin etkilerinden korkuyor. Türkiye’nin geçmişteki zor günlerinde örneğin nükleer müzakereler sürecinde kendisine verdiği desteğe mukabil Irak ve Suriye’de Türkiye’nin tam karşısında pozisyon almasını da bu gelişmelerden bağımsız görmemek gerekir. Barış Pınarı Harekâtı’na karşı çıkışını, Suriye’de Rusya ile Türkiye’nin işbirliğinden rahatsız oluşunu hatırlamakta yarar var.

Gelelim ABD’ye… Türk-Amerikan ilişkilerinde devam eden, zamana yayıldığı için derinliği bazen ihmal edilen kriz herkesin malûmu. Karabağ’da geçtiğimiz günlerde yaşanan ve iki taraftan çok sayıda insanın hayatına mâl olan (Ermenistan’ın kaybının Azerbaycan’ın kaybının en az 5 katı olduğunu güvenilir kaynaklardan öğreniyoruz) çatışmaların hemen akabinde, ABD siyasetinin en büyük Türkiye muarızlarından olan Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Erivan’ı ziyaret ederek Türk düşmanı mesaisini sürdürmüştür. Ancak zamanlaması ve buradaki konuşmaları son derece önemlidir. ABD, Rusya’dan umduğunu bulamayan Erivan’a kapı aralamaktadır. Bunu Güney Kafkasya siyaseti için değil, doğrudan doğruya Türkiye’yi düşünerek yaptığına da kuşku yok. Son çatışmaların akabinde Erivan’ın kurucu üye olduğu ve kamuoyunda ‘Rus NATO’su olarak bilinen Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ne müracaatından eli boş dönmesi Washington tarafından bir fırsat gibi görülmüş olmalı. Azerbaycan bu saldırılarda çok şehit verse de Ermenistan’ın muhtemel bir topyekûn çatışmada istifade edeceği yüksekliklerin tamamına yakınını ele geçirmiştir. Ortada Azerbaycan’ın sınırlarını tanımayan bir Erivan olduğuna, bu sınırı mayın ve sızma faaliyetiyle defalarca ihlal ettiğine göre şimdi sınırlarının ihlal edildiğini gerekçe göstermesinin de pratikte ve hukuken bir anlamı yoktur.

Pelosi’nin ziyareti, açıklamalarında Azerbaycan’ı saldırgan olarak tanımlaması ve sözde soykırım anıtını ziyaret etmesi, Erivan’ı ABD’ye kılçıksız biçimde teslim etmez ama Rusya’nın bölgede Ankara ve Bakü’yle ilişkilerine olumlu katkı sunar. Bu da, en çok Erivan’a zarar verir. Ama ABD, uzun soluklu bir stratejiyle hareket ediyorsa, Yunanistan üzerinden ulaştığı imkânlara Ermenistan üzerinden de ulaşmaya gayret ediyor olabilir.

Elbette diplomatik ve ekonomik olarak atılabilecek tüm adımların hem Türkiye hem de Azerbaycan tarafından atılması lâzım. Azerbaycan, Pelosi’nin dedelerinin geldiği ve sıkı bir Amerikan müttefiki olan İtalya’nın doğalgaz ihtiyacının çok büyük bir kısmını tek başına karşılıyor. ABD, Avrupa devletlerine “Rusya’dan gaz almayın” derken alternatifleri de kendi eliyle yok edebilir olmamalı. Azerbaycan, Ermenistan’ın savaş suçlarını, Gence saldırısını, işgal yıllarındaki tarih ve tabiat katliamını Batı nezdinde daha güçlü biçimde dile getirmelidir. Savaş tazminatı meselesi üzerindeki çalışmalarını olgunlaştırmalı ve üçüncü tarafların gündemine sokmalıdır. Muhakkak Türkiye de ABD’nin Suriye’deki kartlarının zayıflaması için bazı önemli adımlar atabilir. Bir süredir Şam’la süren ve kamuoyuna yansıyan temaslar Fırat’ın doğusunda bazı meyveler verebilir.

 

Bütün bu siyasi sahnede gözden kaçmayacak boyut, Tahran ve Washington’un Türkiye ve Türk karşıtlığında bir araya gelebilmiş olmasıdır. Bunlar yaşanırken Tahran, Azerbaycan’ı Türkiye’nin kışkırttığını, bunun da bir Siyonist plan olduğunu iddia ediyor. Bununla yetinmiyor, Zengezur’un güneyine askerî yığınak yapıyor. İddialı ve sert açıklamaları İran’ın eski Bakü büyükelçisi gibi düşük profiller yapsa da sınırda askerî tedbir alınması bu kanaatin karara dönüşecek kadar ciddi olduğunu göstermektedir. Geçtiğimiz aylarda Azerbaycan’ın Londra büyükelçiliğine yönelik saldırı, Azerbaycan içinde yaşanan bazı toplumsal gösteriler ve sosyal medya manipülasyonlarının istikameti de İran’a işaret etmektedir.

Hasılı Türkiye ve Azerbaycan’daki gelişmelerin ardından adeta “bu da olmuş” ve iki düşman Türkiye karşıtlığında bir müşterek bulmuşlardır. İran rejimi, oyunu sıfır toplamlı olarak görmeye ve Türkiye’nin bölgesel kazanımlarını kendisinin mutlak kayıpları olarak değerlendirmeye devam ediyor. Yeni bölgesel iş birliği imkânlarına, ideolojik kaynaklı jeopolitik kaygılarla dâhil olamamasını sağlıyor. Buna rağmen Türk ve Türkiye karşıtlığında ABD ile aynı noktada buluşulması karar alma mekanizmalarının negatif “Türk” hassasiyetini ortaya koyuyor. Konunun bir de ABD boyutu var. NATO müttefikine kararlı bir dirsek göstermekten geri durmayan ABD, çoğu kere tüm bölgesel melanetin kaynağı olarak gördüğü “serseri devlet” dediği İran’la hem Barış Pınarı Harekâtı’nda hem Karabağ Savaşı sürecinde hem de bugün Ermeni safında durmakta müşterekleşiyor.

Yaşananlar yeni bir uluslararası sistemin sancılı inşa süreci midir bilinmez ama bölgesel politikada artık her şey daha net görülmektedir.