Bir önceki yazımda, ABD Başkanının ulusal güvenlik danışmanı Bolton’un ABD-İran çatışması için çabaladığından, iki ülke arasında kısa sürede artan tansiyonun en önemli sebeplerinden birini Bolton’un öncülük ettiği İran karşıtı ekibin savaş çığırtkanlığı yapmaktan imtina etmemesi olduğundan bahsetmiştim. ABD İran’a yönelik baskısını artırdıkça, İran buna aynıyla karşılık verdi ve ilişkiler giderek tırmandı. Şimdilerde ABD medyasında, ABD’nin Körfez bölgesine büyük bir askeri birlik konuşlandıracağı konuşuluyor.

Önce İran’la yapılan nükleer anlaşmadan çekildiğini duyuran ardından iki kademeli yaptırımları devreye sokan ABD, İran’a yönelik baskısını kademeli bir şekilde artırdı. Bir yandan İran içindeki rejim muhaliflerini harekete geçirmek ve onları sokaklarda hükümet aleyhine gösterilerde bulunmak üzere teşvik eden ABD yönetimi, rejimin teminatı durumundaki Devrim Muhafızları Ordusunu bir terör örgütü olarak ilan etti. Mayıs ayının başında ise petrol alıcılarına yönelik tanıdığı altı aylık muafiyet süresinin sona erdiğini gerekçesiyle İran’dan petrol ithalatına izin verilmeyeceğini ilân etti. Bu adımlar karşısında İran’ın seyirci kalmasını kimse beklemiyordu. İran da her adıma bir şekilde karşılık verdi.

İran'dan yapılan son açıklamalardan biri ABD’ye gözdağı verirken bir diğer açıklama tansiyonu düşürmek amaçlıydı. Askeri kanattan yapılan ilk açıklama körfeze savaş gemisi gönderen ABD’yi vurmakla tehdit ediyordu. Ayetullah Ali Hamaney ise “ABD ile savaş peşinde değiliz” diyerek artan tansiyonu hafifletmek istedi. ABD Başkanı da gönderilen uçak gemisi diğer askeri gücün İran’ı uyarmak amaçlı olduğunu belirterek bir anlamda “derdimiz savaş değil” demiş oldu. Ancak Pentagon’un Trump’a güncellenmiş bir askerî plan sunduğu ve Orta Doğu’ya 120 bin askerin gönderilmesi için hazırlık yaptığı yönündeki haberler göz ardı edilecek türden değil.

İran’ın nükleer silah geliştirmeye başlaması ya da bölgedeki mevcut ABD kuvvetlerine saldırması hâlinde kullanılmak üzere 120 bin askerin Orta Doğu’da konuşlandırılacağının konuşulduğu günlerde İran, nükleer anlaşmanın bazı şartlarını askıya alacağını duyurdu. İran atom enerjisi kurumu, alınan karar sonrasında uranyum zenginleştirme konusunda 2015’te kabul ettiği bazı sınırlamaların artık geçerli olmayacağını ifade etti. Son günlerde yaşanan süreç, iki ülke arasında çatışma için karşılıklı gerekçe oluşturma yarışına dönmüş durumda.

İran Batılı ülkelerin petrol ve bankacılık sektörlerinin korunacağına ilişkin taahhütlerinin yerine getirilmesini talep ediyor ve bu yerine getirilmezse zenginleştirilmiş uranyum seviyesini artıracaklarını iddia ediyordu. Yaşanan gerginlik, İran’ı bu yönde adım atmaya itti ya da başka bir bakış açısına göre, ABD’nin attığı adımlar İran’ın nükleer programa geri dönme isteğini meşrulaştırmak için bir bahane oldu. Her halükârda, iki ülke arasındaki gerginliğin silahlar ve tehditler gölgesinde sürdürülebilmesi ihtimali zayıf.

Anlaşılan o ki iki ülke de savaşmaktan ziyade karşısındakini belli davranışlardan caydırmaya çalışıyor ve caydırıcılığını ambargo, yaptırım ve askeri güç kullanma tehdidi üzerinden sergilemeye çalışıyor. ABD, İran’ı baskı altında tutmakla, ülke içinde halk ayaklanmalarına gidecek bir hareketi başlatmayı ve halkın rejimi devirmesini silahlı bir müdahaleye tercih edecektir. Dolayısıyla, ABD, İran üstündeki baskısını devam ettirip İran’ı içerden yıkmayı öncelikli plan olarak devreye alacaktır. Bu süreçte İran’dan gelecek herhangi bir silahlı saldırı ise ABD’ye askerî müdahale için “gerekçe” oluşturacak ve işler hiç istenmeyen noktalara ulaşabilecektir. Böylesi bir tırmanmanın, tüm bölgeyle birlikte Türkiye’yi de olumsuz etkileyeceğini söylemeye gerek bile yok.