İç politika ile dış politikanın birbirini ne derece etkilediği, birinin diğerinden bütünüyle ayrı tutulup tutulamayacağı, hangisinin diğerinden öncelikli ve önemli olduğu gibi sorular, siyaset bilimi literatüründe araştırılmış sorular. İç politika ile dış politikanın ister istemez birbiriyle bağlantılı olduğu, bir alanda yaşananın diğerini de kaçınılmaz olarak etkilediği, genel kabul gören bir hipotez. Bu teorik tartışmanın pratikte Türkiye için ne anlam ifade ettiğini anlamanın bir yolu, üst düzey bir hükümet yetkilisinin yurt dışı ziyaretlerine yönelik yapılan değerlendirmeleri incelemektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretine bir de bu çerçeveden bakmak, Türkiye’deki iç siyaset açısından anlamlı sonuçlar çıkarılmasına yardımcı olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ikili ilişkilerin zorlu bir dönemden geçtiği günlerde Başkan Trump ile görüşmek için ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Gündemdeki konular elbette sadece iki ülke arasındaki ilişkilerle sınırlı değil. Suriye’nin ve dolayısıyla Orta Doğu’nun kaderini etkileyecek gelişmelere gebe olan bu ziyaret, tüm dünya kamuoyunun gündeminde ön sıralarda yer alıyor. Buradan çıkacak kararlar, bölgemizdeki ülkelerin ötesinde AB ve özellikle ABD’nin küresel seviyedeki rakipleri Çin ve Rusya için önem arz ediyor. Bu sebeple de ziyaret sonrasında kamuoyuna açıklanacak tespit, karar ve politikalar tüm başkentler tarafından merakla bekleniyor.

Ankara’da ise dış politikanın iç politikaya nasıl âlet edilebileceğinin örnekleri veriliyor. Muhalefet partileri, Cumhurbaşkanının ABD ziyaretini futbol maçı izler edasıyla izliyor. Maalesef ki ABD Başkanı ile Cumhurbaşkanının arasında bir sürtüşme yaşanması, Türkiye’nin taleplerinin karşılanmaması, hatta Türkiye aleyhine yaptırım veya benzeri bir olumsuz gelişmenin yaşanması için el ovuşturanlar var. Daha ikili görüşme başlamadan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “hükmen mağlup” ilan eden muhalefet, ABD karşısında acziyet sergileyecek bir Cumhurbaşkanı görmek istiyor. İç siyasette rant elde etmek için küçük düşürülen ya da umduğunu bulamayan bir Cumhurbaşkanı görmek için fırsat kollayan muhalefet, içine düştüğü acziyetin farkında bile değil.

Dış politikada kazanılacak başarının, ülkemizin tamamı için hayırlı bir gelişme olacağını idrak edemeyen, etse de bunu “zoraki muhalefet” anlayışları yüzünden ikrar etme cesareti ve dürüstlüğü gösteremeyen muhalefet, acaba bu ülke için mi yoksa yabancıların çıkarına mı hizmet ediyor? Sandıktan başarı elde edemeyip çareyi dışarıda arayan, yabancı güçlerin iş birlikçiliğine soyunup “düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek dış güçlerin dümen suyuna kapılan, her fırsatta hükûmeti yıpratmak için ülkesini yabancılara şikâyet eden bir muhalefet, acaba Türkiye haricinde başka bir yerde var mı? Neyse ki, muhalefet etmenin “hükümeti illâ ki yıpratmak” olmadığının farkında olup, millî meselelerde hükümete destek olma sorumluluğunu yerine getirenler de var bu ülkede. Dışarıda mağlup edilmeyi içeride bir kazanca çevirmeyi düşünecek kadar alçalmak şöyle dursun, Türkiye’nin çıkarı için her türlü fedakârlığı yapacak Türk milliyetçileri çok şükür ki dimdik ayakta. Şükürler olsun, Türkiye’nin millî menfaatlerini kendi şahsi çıkarlarına değişmeyen, uzun vadeli devletmillet meselelerini kısa vadeli parti/oy hesaplarına satmayan Milliyetçi Hareket ve onun Bilge Lideri, sorumlu ve yapıcı siyaset anlayışıyla millî görevini yılmadan, yorulmadan yerine getirmeye devam ediyor. Nitekim, Sayın Bahçeli’nin ifade ettiği gibi, ABD’deki zirve görüşmesinden çıkacak sonuç ne olursa olsun Türkiye tek yürek olmak zorundadır. İçerideki anlaşmazlık ve rekabet, hiçbir surette dış politikada birlik olmaya engel teşkil etmemelidir.