Sayın Cumhurbaşkanı uzun yıllardır devlet yönetiminde yer alıyor. Tecrübelidir ve devlet imkanlarının ve sırlarının tamamına vakıftır. Uzman ve yetkililerle istişareler yaptığını da söylemiştir. Türkiye’nin milli tez ve politikalarını yeri ve zamanı geldiğinde muhataplarına anlatmasında da hiçbir mahsur yoktur.

Sayın Cumhurbaşkanının ABD’ye gidip gitmemesi, ülke gündeminde her şeyin önüne geçti. CHP ve yancıları bu ziyaretin yapılmaması gerektiğini söylüyorlar. Bunu söylerken de, önce Trump’ın hadsiz, kaba, hiçbir şekilde kabul edilemez ve bir paçavradan ibaret mektubunu, sonrasında da Temsilciler Meclisinin aldığı, tamamen ön yargılı, haksız, saygısız ve bizim için hiçbir değeri ve önemi olmayan kararlarını gerekçe gösteriyorlar.

KARŞILIKLI MENFAATLER

         Trump’ın mektubunu da, alınan kararları da alıp ABD’nin başına çalıyoruz. Trump’la ilgili düşüncemiz de, ABD’yi yöneten kan emicilere de bakışımız bellidir ve değişmemiştir. Uluslararası ilişkiler ayrı kulvardır. Bu ilişkilerde devletlerin konumunu belirleyen tek kural, karşılıklı menfaatlerdir. Bunu da konuşarak, görüşerek, elinizdeki imkânları, gerekirse gücünüzü masaya koyarak belirlersiniz. Türkiye ekonomisi, nüfusu, askeri varlığı ve özellikle bölgedeki etkinliği ve belirleyiciliği ile eli güçlü olan taraftır. Yapılan üç ayrı sınır ötesi harekâtla sadece varlığımızı ve güvenliğimizi teminat altına almakla kalmadık, aynı zamanda bölgedeki gücümüzü ve etkimizi de dünyaya gösterdik. Bunu önce askeri olarak sahada gerçekleştirdik, sonrasında da masada yaptığımız anlaşmalarla tescil ettirdik. Bu anlaşmalara ne kadar uyulduğu ayrı bir konudur ve bunun için de yapılması gerekenler vardır.

AZDAN AZ, ÇOKTAN ÇOK

         ABD Başkanı Trump’ın başından itibaren Sayın Cumhurbaşkanı ile görüşme trafiği hiç kesilmedi. Trump her ne kadar zaman zaman haddini, hukukunu çok aşan şeyler söylese, kabulü mümkün olmayan paylaşımlar yapsa da, görüşme ve konuşma kapısı her zaman açık tutuldu. Bu görüşmeler sırasında elbette Sayın Cumhurbaşkanı da Türkiye’nin haklılığını, menfaatlerini ve yaptıklarını savunuyor, muhatabını ikna etmek istiyor. Meselenin bir başka boyutu da ABD ve Türkiye’nin müttefik ve NATO üyesi olmalarıdır. İki ülke arasında askeri irtibatın yanı sıra çok yüksek bir ticaret bağlantısı ve potansiyeli de var. Her ne kadar zaman zaman çok yüksek gerilimler yaşansa da, iki ülkenin menfaatleri de bütün ilişkileri bir anda koparıp atmanın kolay olmadığını gösteriyor. Sayın Cumhurbaşkanının belirttiği gibi, “Azdan az, çoktan çok gider.” Biz kaybedeceğiz de, ABD her şeyi kazanacak mı? Kaldı ki, zaten işin püf noktası burasıdır. Türkiye herhangi bir ülke değildir. ABD’nin bir sözüyle, bir kararıyla kendi duruşundan vazgeçecek, kendi menfaatlerini bir kenara bırakacak bir ülke hiç değildir.      

EYVALLAHIMIZ YOK

          Milli savunmamızın ihtiyacı olan silah, mühimmat ve teçhizatın büyük bölümünü artık kendimiz yapıyoruz ve dolayısı ile kimseye muhtaç değiliz. Buna bir de S-400 örneğinde olduğu gibi, ihtiyacımız olan şeyleri başka kaynaklardan da temin etme imkânı eklenirse, ABD’ye eyvallahımız olmadığı daha iyi anlaşılır. ABD başta olmak üzere, Türkiye’yi arka bahçeleri görmek isteyenlerin bu kadar çok rahatsız olmaları bu yüzdendir. Mertçe karşımıza çıkarak yapamadıklarını, arkadan dolanarak, terör örgütlerini kullanarak, yalan ve iftiralara dayalı algılar oluşturarak yapmaya çalışıyorlar, ama bir yere kadar. Gerçeklerin er veya geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.

TÜRKİYE’NİN TEZLERİ ANLATILACAK

         Sayın Cumhurbaşkanının ABD’ye gitmemesi, işin kolay tarafıdır. Ancak, Sayın Devlet Bahçeli'nin, bu konuyla ilgili yaptığı açıklamada kullandığı bir cümleyi, daha doğrusu sorduğu soruyu özellikle ve altını çizerek herkese hatırlatıyorum:  “Cumhurbaşkanı’nın, Türkiye’nin milli tez ve politikalarını yeri ve zamanı geldiğinde muhataplarına anlatmasının neresi mahsurludur?” Sayın Cumhurbaşkanı uzun yıllardır devlet yönetiminde yer alıyor. Macaristan ziyareti öncesindeki değerlendirmelerinde bunu özellikle hatırlattı. Oldukça tecrübelidir ve devlet imkânlarının ve sırlarının tamamına vakıftır. Uzman ve yetkililerle istişareler yaptığını da söylemiştir. Bu şartlarda alınan kararın en doğru karar olduğunu kabul etmek ve saygı göstermek durumundayız. Bu saygıyı özellikle de yüksek perdeden atan, bugüne kadar söyledikleri ve yaptıklarının tamamına yakını haksız çıkan CHP ve yancılarının göstermesi gerekiyor.

DEVLET YÖNETME ADABI

Sayın Bahçeli her zamanki gibi yine sağduyunun sesi olmuş, devlet ciddiyeti ve ülke menfaatlerini her şeyin önünde tutarak bu konuyu değerlendirmiştir. “Devlet yönetmenin bir ahlakı, bir adabı vardır. Sayın Cumhurbaşkanı bu ahlak ve adaba ziyadesiyle bağlıdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın ABD ziyareti hakkındaki kararı tamamıyla kendi takdiridir. Bütün gelişmeleri, milli ihtiyaçları, dış politikayla ilgili hedefleri siyasi akıl ve amaç süzgecinden geçirip bir sonuca ulaşacak olan da Sayın Erdoğan’dır. Devleti yöneten bellidir. Hükümet bellidir. Karar alma mekanizmaları da bilinmektedir. Biz Sayın Cumhurbaşkanımızın alacağı karar ne olursa olsun yanındayız, desteğimiz tamdır” diyerek, bozgun çıkarmak isteyenlere, haddini aşanlara ve uzaktan gazel okuyanlara ders vermiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı, gelişmeleri tüm yönleriyle değerlendirmiş, Trump’la yaptığı telefon görüşmesinden sonra bir kanaate ulaşmış ve ABD’ye gitmeye karar vermiştir. Bundan sonra bu konuda başka değerlendirmeler yapmak, başka sonuçlar çıkarmak kesinlikle iyi niyetle izah edilemeyecektir. Türkiye dış dünyaya karşı tek ses, tek yürek, tek nefes olmalıdır.