ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararı ve ardından Taliban’ın hızlı bir şekilde ülkenin neredeyse tamamında kontrolü ele geçirmesi, başta ABD’de olmak üzere dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. ABD, 11 Eylül saldırıları sonrasında demokratik düzen vadederek işgal ettiği Afganistan’dan 20 yıl sonra çekildi. 11 Eylül saldırıları sırasında ABD Başkanı olan George W. Bush, saldırıların ardından yaptığı konuşmalarında özgürlük ve demokrasiye vurgu yaparak, küresel teröre karşı savaş ilan ettiğini öne sürerek Afganistan’ın işgalini meşru göstermeye çalışmıştı. Bush, saldırıların faillerinin yakalanmasına yönelik ve terörle mücadele bağlamında söylemlerde bulunurken, aslında jeopolitik çıkarları doğrultusunda bir işgal stratejisi izlemekteydi.

Bugüne gelindiğinde ise ABD’nin Afganistan’daki maliyetli varlığına karşı çıkmakta olan Amerikan kamuoyu, çekilme kararından çok, çekilmenin şekli, yöntemi ve medyaya yansıyan görüntüleri üzerinden Amerikan yönetimini eleştirdi. Amerikalı karar alıcılar da son yıllarda Afganistan konusunda planlı bir strateji çerçevesinde geri çekilmenin sinyallerini veriyorlardı. ABD ile Taliban arasında 2018’de başlayan 18 ay süren müzakerelerin neticesinde varılan mutabakata resmiyet kazandıran anlaşma, ABD Başkanı Trump döneminde, 29 Şubat 2020 tarihinde Katar’ın başkenti Doha’da imzalandı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Taliban’ın üst düzey yetkililerinin yanı sıra birçok ülkeden temsilcinin de imza töreninde hazır bulunduğu anlaşmayı, ABD adına ABD’nin Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad; Taliban adına ise Taliban Siyasi Ofisi Başkanı Molla Birader imzaladı. Söz konusu anlaşmada “Taliban ve Washington, karşılıklı iyi ilişkiler arayışında olacak ve ABD, Afgan diyaloğu çerçevesinde ortaya çıkacak yeni İslami Afgan hükümetine destek olacak” maddesi de yer aldı. Bu anlaşma, Taliban’ın Afganistan’a hâkim olmasının yoluna açarak, ABD’nin o dönemin mevcut Eşref Gani hükümetine güvenmediğinin ve ilerleyen aşamada yalnız bırakacağının da işareti olmuştu.

TERÖR ÖRGÜTLERİNE KUCAK AÇIYOR

ABD’nin Afganistan’ı Taliban’a bırakarak çekilmesi çok yönlü tartışılmaktadır. Bu durum birçok konuyu da gündeme getirmektedir. Bazı kesimler bunu Batı ittifakının birbirine olan güveninin çöküşü, ABD’nin yenilgisi, ikinci Vietnam ve ABD’nin itibarının ağır zedelenmesi olarak yorumlarken, diğer taraftan bu gelişme ABD’nin stratejik bir hamlesi olarak da değerlendirilmektedir. Bu stratejik hamle ile Taliban’ın yeniden El-Kaide benzeri terör örgütlerine kucak açması ve bölge içinde bir kaos ve karmaşaya neden olacak boşluklar oluşturması beklenmektedir. Böylece, bölgeye müdahil olması beklenen başta Çin ve Rusya olmak üzere İran ve Pakistan’ı kaos ve karmaşa ortamına çekebileceği değerlendirmeleri yapılmaktadır. Bu görüşü destekleyen bir argüman da Haziran 2021 tarihinde Brüksel’de gerçekleşen NATO zirvesi sonuç bildirgesinde yer almaktadır. Bu bildirgede NATO ve ABD yakın tehdit olarak Rusya’yı, uzak tehdit olarak ise Çin’i belirlemişlerdir. Şüphesiz Afganistan jeopolitik açıdan her iki ülke için de stratejik bir konumda yer almaktadır. ABD’de Biden döneminde yayınlanan Geçici Ulusal Güvenlik Belgesi’nde; ABD’nin nihayetsiz savaşlara artık trilyonlarca dolar harcamayacağına dikkat çekilmekle birlikte, şu ifadeler yer almaktadır:

“Afganistan’ın yeniden ABD’ye yönelik terör saldırılarının güvenli limanı olmamasını sağlarken sorumlu bir şekilde ABD’nin Afganistan’daki en uzun savaşını bitireceğiz. Diğer yerlerde, hasımlarımızı caydırıp menfaatlerimizi savunurken, en güçlü askeri varlığımız Hint-Pasifik Bölgesi ve Avrupa’da olacak. Orta Doğu’da terör ağlarını bozmak, İran’ın saldırganlığını caydırmak ve diğer önemli ABD menfaatlerini korumak için gerekli miktarda kuvvet bırakacağız.” Böylece, ABD; Afganistan ve Irak’tan askerlerini çekme kararı alarak, sorunlu ve maliyetli askeri operasyonları askıya alma hususunda adımlar atmaktadır. Ayrıca hem müttefikleri hem de belirli sahalarda ABD yanlısı unsurları destekleyerek ve bu gruplarla iş birliği olanaklarını artırarak, kendi çıkarlarını ve amaçlarını masrafsız tekrar ikâme etme hedefinde ilerlemektedir.

Son dönem ABD’li akademisyenler ve düşünürlerin, ABD’nin liberal dünya düzeni ve demokrasi getirme ideolojisine dayanan bir misyon yerine, farklı bir dış politikaya yönelme noktasında görüşler ortaya koydukları görülmektedir. Bu kapsamda, bu bölgeleri kendi hâline bırakmak ve tehdit olarak görülen ülkeleri bu kaos ve karmaşa ortamına çekerek yıpratmayı hedefleyen ve ABD’nin çıkarlarını önceleyen bir stratejinin kurgulandığı anlaşılmaktadır. Bu strateji “mevzilenme” politikası adı altında ABD Başkanı Barack Obama döneminde ortaya çıkmıştır. Hatırlanacağı gibi Barack Obama’nın başkanlığı boyunca tutumu genel olarak mevzilenme (retrenchment) stratejisi olarak adlandırılmıştır. Bu tutum ABD’nin iki geleneksel ulusal güvenlik stratejisinin bir birleşimi olarak ifade edilmektedir.

Bunlar “izolasyonculuk ile liberal kurumsalcılığın” karışımıdır. Obama yönetimi 11 Eylül’den sonra maliyetli Irak ve Afganistan operasyonları sonrasında uluslararası güvenlik olaylarına müdahil olmaktan kaçınmayı, maliyeti kısmanın bir yöntemi olarak görmekteydi. Ekonomik büyüme için gerekli gördüğü izolasyonculuk yöntemi için uluslararası kurumları araçsallaştırmak istemiştir. Bir nevi kaos oluşturmak ve bu kaos içinde ABD’nin bölgesel partnerleri ve uluslararası örgütler ile gücünü korumayı hedeflemiş, ABD’nin çekileceği bölgelerde yaşanacak gerilimlerin, bölge aktörlerinin birbirini dengelediği bir sisteme dönüştürülmesi öngörülmüştür. Nitekim Suriye’de 2014’ten sonra yaşananlar bu politikanın sahada uygulanmasının sonucudur. Suriye’deki 2014-2018 yılları arasındaki gelişmeler ve aktörler dikkate alındığında Rusya, İran ve Türkiye’nin maliyetli bir sürecin içinde yer aldıkları görülmektedir. ABD ise mevzilenme politikası gereği Suriye’de daha çok perde arkasında kalarak karşısında yer alan aktörleri yıpratma yoluna gitmiş, terör örgütü YPG/ PYD üzerinden politikalarını uygulamıştır. Biden’ın da Obama döneminde Suriye’de uygulanan mevzilenme politikasını farklı aktörleri sahaya çekerek Afganistan’da uygulamayı amaçlamakta olduğu anlaşılmaktadır. Afganistan’da gelecek dönemde oluşacak kaos ve karmaşa ortamından askerlerini çeken ABD, dolaylı ve perde arkasından destekleyeceği bazı aktörler üzerinden tekrar gücünü toparlamayı amaçlayacaktır.

Afganistan konusunda müdahil olması beklenen aktörler Pakistan, Çin, Rusya ve İran olacaktır. Bu devletlerin hepsi Taliban’ın ortaya koyacağı politikalardan dolaylı veya doğrudan etkilenecektir. ABD’nin, Güneydoğu Asya bağlantılı Pasifik bölgesindeki güç mücadelesinde, Çin ile girişilecek olası yeni Soğuk Savaş’ta ön alması ve karşısındaki Çin ve Rusya’yı belirli oranlarda yıpratmayı öngördüğü güvenlik belgesinden de görülmektedir. Çin’in yakın kara havzasında yer alan Afganistan’da Çin; son dönemde Taliban yönetimi ile önemli yer altı ve yer üstü kaynaklarının çıkarılması, işletilmesi noktasında anlaşmalar yaptı. Çin’in önümüzdeki yıllarda bu anlaşmalar nedeniyle Afganistan ile yoğun ekonomik ve politik ilişkileri olacaktır. Taliban’ın bölge içinde İslami bir model geliştirme ihtimali ile Çin-Afganistan sınırında güvenlik sorunları ve Doğu Türkistan bölgesine radikal unsurların ihraç edilmesi gibi meseleler de gündemdeki konulardır. Çin’in Afganistan’ın güvenlik konuları ile meşgul olması ve Rusya’nın 1979’daki başarısız Afganistan deneyimi ABD’nin isteyeceği bir politikadır. Rusya açısından Afganistan, önemli bir stratejik konumda yer almaktadır.

Rus Devlet Başkanı Putin’e yakın isimlerden olan Rus jeopolitikçi Aleksandr Dugin’in “Afganistan, jeopolitiğin bir aynasıdır ve ayna da yalan söylemez” ifadeleri Rus dış politikasında Afganistan’ın her zaman önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Afganistan, Orta Asya “Turan Coğrafyasının” güneyden giriş kapısı konumundadır. Rusya, arka bahçesi olarak gördüğü Orta Asya bölgesinde kendi çıkarlarını ve güvenliğini tahkim edecek politikalar ortaya koymak için çalışacaktır. ABD’nin Afganistan’da bulunmasından rahatsız olan Rusya, ABD çekildikten sonra bölge üzerinde yeniden Batı yanlısı bir yapının egemen olmasını istemeyecektir. Bu doğrultuda Rusya’nın, Afganistan’a komşu olan Tacikistan, Özbekistan ve Kırgızistan devletleri üzerinden ortak güvenlik ağları ile Afganistan’a müdahil olmayı istemesi beklenen bir durumdur. Geçen aylarda bu ülkeler ile Afganistan sınırlarında ortak bir askeri tatbikat da gerçekleştirilmiştir.

Son dönemde Pakistan ile Çin arasındaki ticari ve siyasi ilişkiler, üst düzey müttefiklik ilişkisi boyutundadır. Taliban içindeki yapıların, Pakistan ile ilişkileri göz önüne alındığında, ABD’nin Pakistan’ı dikkatle izleyeceği açıktır. Bunlarla birlikte İran ile ABD ilişkileri de düşünüldüğünde Afganistan’ın yine ve yeniden bir güç mücadelesi alanı olarak belirlenmiş olması tesadüfi gözükmemektedir. Bu değerlendirmeler doğrultusunda, ABD’nin Afganistan konusunda izlemiş olduğu strateji ile Irak ve Suriye’deki izlemiş olduğu politikalar arasında benzerlikler olduğu sonucuna varılabilir. ABD söz konusu bölgeleri işgal ederek bölgesel ve küresel güçleri sınırlandırmayı, çevrelemeyi, kontrol altında tutmayı ve dengeleri yeniden şekillendirmeyi amaçlayan bir politika izlemektedir. Ancak ABD’nin uygulamış olduğu bu strateji ile Afganistan’dan çekilmesinde istediğini elde etmesi bu defa zor gözükmektedir.