ABD Dışişleri Bakanlığı, geçtiğimiz hafta “2020 Yılı Terörizm Raporu”nu yayınladı. Birçok terör örgütünün hedefinde olan ve bunlara karşı dört cephede mücadele veren Türkiye, bu raporda yine umduklarını bulamadı. Rapor her ne kadar Türkiye’nin PKK, DHKP-C, DEAŞ gibi terör örgütlerine karşı mücadele ettiğini ve bu kapsamda uluslararası çabalara katkı verdiğini ikrar etse de, FETÖ ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD/YPG ile mücadelesine yer vermediği için adil olmayan bir bakışı yansıtıyor.

Uzun yıllardır farklı saiklerle yürütülen terör eylemlerine maruz kalan Türkiye’nin küresel çapta terörle mücadele konusunda fedakârca ve iyi niyetle destek verdiği aslında herkesin malumu. Avrupa ülkeleri ve ABD’nin en çok korktuğu DEAŞ ile sahada yüz yüze çarpışan ve binlerce DEAŞ mensubunu yürüttüğü operasyonlar ile etkisiz hâle getiren Türkiye’nin bu alanda Batı’ya karşı hiçbir borcu olmadığı açık. Aksine, Türkiye’nin fedakârlıkları karşısında Batı ülkelerinin kendilerini Türkiye’ye karşı borçlu hissetmesi gerekiyor. Türkiye’nin terör örgütleriyle amansız mücadele sürdürdüğü ve bu sayede Batı’ya göçmen akınının önüne set çektiğini idrak eden Avrupa ülkelerinin, minnettar olmamaları mümkün değil. Ayrıca, Türkiye’nin İdlib örneğinde olduğu gibi, Rusya ile bir mutabakata varmak suretiyle Suriye rejiminin terörüne engel olduğu ve Batı’nın “göçmen dalgası korkularını” hafiflettiği de açık.

Raporda, terörün çeşitli tezahürlerinden muzdarip olan Türkiye’nin terörün tanımını çok geniş bir şekilde yaptığı yönünde bir eleştiri de yer alıyor. ABD’ye göre, terör tanımının çok geniş tutulması sivil toplumun ve muhalefetin susturulması için yapılmaktaymış. Oysa işin aslı, Türkiye’de terör faaliyetlerinin basın/yayın, STK ve siyasi parti kisvesi altında geniş bir zeminde yürütülüyor olmasından kaynaklanıyor. STK çalışması ya da gazetecilik adı altında terör suçlarının işlendiği, hatta bir siyasi partinin alenen PKK propagandası ve sözcülüğü yaptığı aşikâr. Hâl böyleyken, terörle mücadele kapsamında alınan tedbirlerin geniş tutulması hiç de abes değil. Ancak, rapor terör faaliyetlerine bulaşanların bakış açısıyla yazıldığı için bu gerçekleri göremiyor.

Bunlara rağmen Avrupa ve ABD’den, Türkiye’nin terörle mücadelesi konusunda gereksiz ve hakkaniyete aykırı eleştiriler gelmeye devam ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığının raporu da bu haksız eleştirilerin bazılarını tekrar etmekten kurtulamamış. Üstelik rapordaki tek sorun Türkiye’nin haksız eleştirilere muhatap bırakılması da değil. Rapor, bazı somut gerçekleri ifade etmekten de itina ile kaçınmışa benziyor. Örneğin, Suriye’de ABD’nin “DEAŞ ile mücadelede iş birliği yaptıkları” bahanesi ile desteklediği PKK uzantısı PYD/YPG gibi terör örgütleri, olması gerektiği gibi “terör örgütü” olarak nitelendirilmiyor. Bu örgütler, layık olduğu şekilde nitelendirilmediği gibi, onlar tarafından işlenen insanlık suçları da görmezden geliniyor. ABD’nin kendi safında yer alan terör örgütlerinin eylemlerine bir eleştiri getirmekten kaçınmakla objektif bir değerlendirme yapma imkânını yitirdiği anlaşılıyor.

ABD’nin toz konduramadığı terör örgütleri arasında FETÖ de yer alıyor. FETÖ liderini ülkesinde ağırlamaya devam eden ABD yönetimi, FETÖ’yü bir terör örgütü olarak nitelendirmediğinin de altını çiziyor. Demokratik yollarla iktidara gelmiş bir yönetimi askerî darbe ile indirmeye kalkan ve bu süreçte 250’den fazla masumun hayatını alan, binlercesinin de yaralanmasına sebep olan FETÖ, ABD’ye sorulursa terör örgütü değilmiş. FETÖ’nün eli kanlı bir terör örgütü olduğunu idrak etmek ve kabullenmekte zorlanan ABD’nin “terör raporu” yazması bile başlı başına bir ironi örneğidir. Terörle mücadele eden Türkiye’nin, terör örgütlerine binlerce tır dolusu silah gönderen ABD tarafından eleştirilmesi abesle iştigalden başka ne olabilir?