Ülkemiz 6 Şubat sabahı, asrın felaketi olarak tanımlanabilecek bir depremle uyandı. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi merkez üssü olmak üzere tam on şehirde yıkıma sebep olan 7,7 şiddetindeki depremin şoku henüz atlatılamadan bu kez de öğlen saatlerinde aynı kentimizin Elbistan ilçesi merkez üssü olan 7,6 şiddetinde bir deprem daha oldu. 13 milyonun üzerinde insanımızın yaşadığı on şehrimizde, yüzlerce kilometrekarelik bir alanda yıkımlar oldu. Binlerce bina yıkıldı. On binlerce insan enkazın altında aldı. Binlerce canımızı kaybettik, çocuklar yetim kaldı. İnsanımız dondurucu kış soğuğunda bir anda sokakta kaldı. Yollar, havalimanları hatta hastaneler zarar gördü. Böyle bir depremin yarasını sarmak elbette kolay değil. AFAD, UMKE, KIZILAY gibi kurumlar başta olmak üzere devletin ilgili tüm kurum ve kuruluşları seferber oldu. Sivil toplumun neredeyse her kesiminden kuruluşlar bölgeye aktı. Milletimiz olayın duyulduğu ilk saatlerden itibaren tabiri caizse varını yoğunu bölgeye göndermek için seferber oldu. İşte bu yazı, bu seferberliğin kıymetiharbiyesini ele almak, millet olabilmenin en önemli unsurlarından biri olan –belki de en önemlisi olan- acıda bir olabilmek, tasada yekvücut olabilmek ve mücadele edebilmek meselesini irdelemek ve deprem sonrası süreci bu açıdan ele almak için kaleme alındı.

Her topluluğu bir arada tutan bir amaç, özellik, anı, kendine ait bir hikâye vardır. Hele hele söz konusu olan millet gibi hacimli ve bireyin yaşamında belirleyici bir topluluk ise bu birleştirici unsurların niceliği de niteliği de çok önemlidir. Milletleri millet yapan öznel ve nesnel unsurlar oldukça uzun süredir sosyal bilimcilerin bilhassa da milliyetçilik teorisyenlerinin temel tartışma konuları arasında. Elbette bu unsurlar ayrı ayrı ele alınması gereken ve oldukça çetrefilli konular. Fakat bu hususlardan biri var ki o, bir topluluğun millet olmasında ve millet kalmasında çok büyük bir öneme haiz. Ziya Gökalp’in “Buhranlı zamanlar mefkûrelerin hilkat (yaratılış) günleridir” tespitinden hareketle milletlerin de acılı dönemlerde milli şuurlarının harekete geçmesi ve daha da kuvvetlenmesi gerektiği söylenebilir. Türkiye örneğinde de bu sıklıkla karşılaşılan bir gerçeklik hâlini almaktadır. Aktüel politik tartışmaların ve hatta “kavgaların” hengamesinde Türk milleti özellikle afetlerde yekvücut olması ve dünyaya örnek bir dayanışma sergilemesi ile ön plana çıkmaktadır. Elbette milletler her ferdinde bu özellikleri göstermezler ki bu zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Bir ülkede yaşayan her insanın vicdan ve duyarlılık düzeyinin bir olması ancak ütopik bir iddia olarak kalır. Ancak Türk milleti tarihin her döneminde içerisinde bulunduğu buhranlı günlerden büyük bir tesanüt örneği sergileyerek çıkmasını bilmiş ve bu yönüyle farklı ve özgün bir milliyetçilik de ortaya koymuştur. Buna milliyetçilik denmesine itiraz edenler çıkabilir. Elbette kuramsal açıdan bu itirazların haklı yönleri olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki milliyetçilik, salt bir ideoloji ya da ideal değil aynı zamanda bir hissiyattır. Birey, yaşadığı ülkenin bir başka bölgesindeki acıyı yüreğinin en derininde hissediyor, o bölgedeki sıkıntıyla hemhâl olup kendi konforundan utanır hâle geliyor ise bu ancak milli hissiyat ile açıklanabilir. Elbette dünyanın neresinde olursa olsun afetler vicdan sahibi herkesi yaralar ve muhtaç durumdaki insanlara yardım etme isteği hasıl olur. Fakat takdir edilmelidir ki bu afet kendi ülkesinde aynı dili konuştuğu, aynı dine inandığı, geçmişten geleceğe bir kader birliği olduğuna inandığı ve daha pek çok şeyi paylaştığı insanları yaraladığında, birey başka ve karşılaştırılamayacak kadar yoğun bir duygu durumunun içerisinde bulur kendini. Evet, ulus-devletlerin sınırlarını aşan bir şey var ise bu doğal afetlerdir. Zira afetler sınır tanımaz. Buradaki sınırdan kasıt hem afetin büyüklüğü fakat özellikle de afetlerin siyasi sınırları aşan gerçekler olduğudur. Son depremde de acı sadece Türkiye topraklarına değil, Suriye’nin kuzeyine de düştü nitekim. Ancak ulusal bilinç sınırları, depremin hemen ardından bölgeyle bir ve bütün hâle gelen koca bir milletin aslında tasada birliği sağlamakta ne kadar mahir olduğunu da gözler önüne serdi.

Vicdan elbette insanidir. Yani tüm insanlık için ortaktır. Fakat kendi milletine dair acıyı sahiplenme duygusu, diğer tüm duyguların önüne geçmekte ve bu da millet kalabilmenin en büyük turnusollerinden birini ortaya koymaktadır. Kim ne derse desin Türk milleti her türlü iç politik tartışma ve hatta hesaplaşmanın ötesinde acıda birliği sağlayabilen, bununla milli kimliğini korumuş ve geleceğe de âdeta ışık tutan bir millet olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Bu, kuru bir hamasetten çok ötedir. Dünyanın pek çok ülkesinden gelen yardımlar vicdanın insaniliğini göstermiştir fakat Azerbaycan’da depremzedelere ulaştırmak üzere o eski arabasını tıka basa dolduran Server Beşirli, uzananın sadece yardım değil kardeş eli olduğunun göstergesi olmuştur. Türk dünyasının muhtelif yerlerindeki benzer görüntüler de bunun pek çok örneğidir.

Acı, insana dairdir. Dolayısıyla vicdan sahibi her insanı müşterek bir noktada buluşturabilir. Fakat acı ile birleşmek… İşte bu, uzun vadede sadece millet olabilmeyi başarabilen topluluklara özgü bir durumdur. Yaraları sarmak için “varını yoğunu ortaya koymak” millet olmanın hasletleri arasındadır. Depremzedelerin acısını kendi evinde, can evinde hissetmektir kastedilen. İnsanların dondurucu soğuktaki hâlini düşünüp sıcak evinde oturmaktan rahatsız olan, sürekli bölgeye yardım etmeyi düşünen kişi milletin ferdidir. Kızılayın kan verme noktalarındaki kuyruklar; henüz ikinci günden yeterince gıda vb. maddenin toplanmış olması ve koordinasyona yönelinmesi yönündeki telkinler; ezeli rekabetin temsilcisi futbol kulüplerinin ortak yardım kampanyaları; farklı hatta taban tabana zıt siyasi görüşten insanların bölgedeki dayanışmasına dair fotoğraflar ve daha nice örnek…

Keza milli karakteri oluşturan şeylerden biri de budur. Sadri Maksudi Arsal’ın söylediği gibi milli seciye, köklü milletlerin umumi ruhi temayülleridir. Müşterek hislerde bir olabilmek güç olsa da kadim milletlerde bulunan bir özelliktir ve acı da bu hislerin başında gelir.

Acı, milletlerin tutkalıdır. Bu acı da Türk milletini daha da birleştirecektir. Millet olabilmek ve millet kalabilmek işte böyle mümkündür. Elbette menfi örnekler de mevcuttur. Elbette provokasyonlar, reklam çabaları, manipüle etme gayretleri de yaşanmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki tarih Türk milletinin bir olmayı başardığında gösterdiği mucizelerle doludur. Acıda bir olmak, kıvançta bir olmaktan zordur ve Türk milleti zorlukları aşmada ne denli mahir olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyor; bölgede canı pahasına görev yapan tüm görevlilere ve yurttaşlarımıza tarihi bir iş çıkardıkları için hürmetlerimi sunuyorum. Türk milleti bu birlikteliğe sahip çıkanlarla, çomak sokmaya çalışanları ayırmasını bilir.