NATO, kurulduğu tarihten itibaren uluslararası konjonktürdeki değişimler çerçevesinde güvenliğine yönelik tehdit ve riskleri yeniden tanımlayarak bunlarla mücadeleyi sağlayacak nitelikte politikalar uygulamaya çalışan bir örgüttür. Bu açıdan, NATO’nun uluslararası güvenlik ortamındaki değişimlere adapte olabilme özelliğinin benzer nitelikli örgütlere oranla yüksek olduğu ifade edilebilir.

NATO’nun söz konusu değişimlere adapte olabilme özelliği, kurulduğunda 12 üyeli bölgesel kolektif savunma örgütünü 72. yılında 30 üyeli ve 40 ülke ile ortaklık ilişkileri kuran ve üye ülkeler arasında birçok konuda iş birliği geliştiren küresel bir güvenlik örgütüne dönüşmesine imkân sağlamıştır. İki kutuplu dünya düzeninin ürünü olan NATO, Soğuk Savaş sonrasında değişen uluslararası konjonktür ve güvenlik ortamı içerisinde ilgi faaliyetlerinde bir dönüşüme gitmiştir. Adapte olabilme özelliğinin ürünü olarak değerlendirilebilecek bu dönüşüm süreci içerisinde NATO kendisine yönelik tehdit ve riskleri genişleterek, Avrupa-Atlantik Bölgesi dışında Kuzeydoğu Afrika, Orta Doğu, Orta Asya, Asya Pasifik Bölgesi ülkeleri ile ilişkiler geliştirmiştir. İttifak, bu bağlamda, enerji güvenliği, deniz güvenliği ve siber güvenliğin sağlanması gibi çok farklı alanlarda politikalar geliştirmiştir.

AFGANİSTAN MÜDAHALESİ

Söz konusu politikalar Balkanlar, Afganistan ve Libya’da barışı destekleme operasyonları ile Somali’de deniz korsanlığı ile mücadele ve Irak’ta eğitim misyonu gibi İttifak’ın nüfuz alanını genişleten görevlerle de desteklenmiştir. Bu teşebbüsler, İttifak’ın devamını sağlamak için tasarlanmışlardır. Ancak Transatlantik ilişkilerin kurumsal sembolü olan NATO içerisinde müttefikler arasındaki koordinasyon ve iş birliğini sınırlandıran sorunlar artık daha görünür bir hâle gelmiştir. Birlikte çalışabilirliğin ve NATO dayanışmasının bir çeşit testi niteliğindeki NATO’nun Afganistan müdahalesinin, Ağustos 2021’de son bulması bu tespiti doğrulayan birçok örnekten sadece birisidir.

Yaklaşık 20 yıllık bir süreci kapsayan müdahalenin, gerçekleştirme hedefinde olduğu amaçlarında muvaffak olamaması birçok farklı etkenden kaynaklanmaktadır. Afganistan’ın coğrafi, tarihsel, toplumsal, siyasi ve ekonomik koşulları müdahalenin başarısızlığındaki en önemli nedenlerden biridir. Müdahale ile hedeflenen demokratik ilkelere dayanan ulus devlet inşası Afganistan içerisinde siyasi, etnik ve dini nitelikteki birçok sorunun ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Söz konusu hedefin silahlı kuvvet içeren bir dış müdahale ile gerçekleştirilmeye çalışılması da, bu hedefin Afgan halkı tarafından istenildiği ölçüde sahiplenilmemesi sonucunu doğurmuştur. Müdahalenin başarısızlığının Afgan siyasi hayatının ve sosyokültürel yapısından kaynaklanan sebepleri olduğu gibi NATO içerisinde müttefiklik ilişkilerinin niteliğinden kaynaklanan nedenleri de bulunmaktadır.

TERÖRİZMLE MÜCADELE

Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO kolektif savunma görevi dışındaki faaliyetlerini uluslararası kamuoyu nezdinde meşru kılabilme gayreti çerçevesinde iki temel gerekçeyi kullanmış/söylemleştirmiştir. Birinci söylem, insan hakları öğretisi içerisinde inşa edilmiştir. Bu söylem aracılığıyla, NATO’nun Soğuk Savaş sonrasında üstlendiği “kriz yönetimi” görevi ve bu çerçevede gerçekleştirilen askeri müdahaleler -özellikle Kosova ve Libya müdahaleleri- “insani müdahale” ve “koruma sorumluluğu” gibi kavramlar ile gerekçelendirilmişlerdir. İkincisi ise “terörizmle mücadele” söylemidir. Yeni güvenlik ortamı ve güvenlik anlayışı çerçevesinde devlet dışı aktörlerin ve onlarla mücadelenin varlığı, NATO’nun özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında başlayan ve aşama aşama sürdürülen “terörizmle mücadele” söylemini inşa etmesine katkı sağlamıştır. Afganistan operasyonu NATO’nun bu söyleminin odak noktasını oluşturduğu gibi genişleme ve ortaklık politikaları ile askeri dönüşüm açısından da İttifak’ın yapısına katkı sağlamıştır.

Ancak bu operasyon İttifak üyeleri arasındaki ayrışmaları izleyebilmek açısından da önemlidir. Küresel finansal krizin İttifak üyelerine yönelik etkisinin belirginleştiği, ABD’nin dış politika önceliklerini Asya Pasifik Bölgesi’nde belirlediği bir uluslararası konjonktürde sürdürülmüş olan Afganistan operasyonu (özellikle 2009 sonrası) üyelerin katılımları ve operasyonda aldıkları görevler bağlamında değerlendirildiğinde, ülkeler arasında ciddi farklar olduğu görülmektedir. NATO liderliğinde yürütülmesine rağmen Afganistan operasyonuna Avrupalı müttefikler ABD’nin istediği oranda katkı sağlamamışlardır. Afganistan müdahalesinde Taliban güçleri ile doğrudan savaşanlar ABD, İngiltere, Avustralya, Hollanda ve Kanada personeli olmuştur. Şubat 2013 rakamlarına göre ISAF’a katkı sağlayan 50 ülke arasında Avustralya, 1096 personel ile 10. sırada yer almaktadır.

GÜVENLİK ALGISI

Burada vurgulanması gereken nokta Avustralya’nın NATO üyesi olmamasına rağmen bu operasyona NATO üyesi birçok Avrupalı ülkeden daha fazla destek sağlamış olmasıdır. Yukarıda bahsi geçen nedenler zaten doğası gereği zor olan asimetrik tehditle mücadelede İttifak içerisinde ortak bir politika ya da stratejinin uygulanmasını engellemişlerdir. Söz konusu gözlemin temel sebebi ise İttifak üyeleri arasında güvenlik algılamaları ve çıkarları arasındaki farkın Soğuk Savaş’ın hiçbir döneminde olmadığı kadar fazla olmasıdır. Bilindiği gibi, Türkiye açısından da NATO üyelerinin terör örgütleri PYD ve YPG’ye sağladıkları yoğun destek ve FETÖ ile ilgili gerekli adımların atılmaması, kabul edilemez nitelikteki konulardır.

Soğuk Savaş sonrası oluşan uluslararası konjonktürde NATO güvenlik politikasının bir parçası olarak Bosna, Kosova, Afganistan ve Libya’da büyük askeri operasyonlar gerçekleştirmiştir. Ancak Afganistan operasyonu diğer operasyonlar ile kıyaslandığında kapsam, maliyet ve tehditler açısından farklılaşmaktadır. Söz konusu operasyonlar içinde en geniş kapsamlı ve en maliyetli olan Afganistan operasyonu doğrudan asimetrik tehditlere yönelik olması açısından da farklıdır. İttifak üyelerinin arasında var olan jeopolitik öncelik ve çıkar farklılıkları dikkate alındığında günümüz uluslararası konjonktürünün, İttifak’ın Afganistan operasyonu niteliğindeki büyük ölçekli, masraflı, yüksek oranda can kaybı riski taşıyan operasyonların gerçekleşmesine imkân vermeyeceği açıktır.

Böyle bir uluslararası konjonktürde de NATO’nun, İttifak’ın Atlantik ötesinde de varlığına imkân sağlayan düşük maliyetli, insan kaybı riskinin göreli olarak az olduğu ve uluslararası kamuoyundan olumlu tepkiler alabileceği operasyonları tercih etmesi daha muhtemeldir. Ancak diğer taraftan İttifak üyeleri arasında gizlenemeyen öncelik ve çıkar farklılıkları Afganistan operasyonunun sona ermesi ile birlikte NATO’nun etkisizliğini pekiştiren gelişmeleri beraberinde getirebilir. Afganistan operasyonunun başarısızlıkla sona ermesi ve bu süreci ABD’nin ağırlıklı olarak tek başına yönlendirmesi, Avrupalı müttefiklerin savunma kabiliyetlerini artırmak için daha fazla harcama yapacakları bir dönemi de başlatabilir. Savunma sanayiini geliştirme gayreti içerisinde bulunan Türkiye’nin bu süreci dikkatle takip etmesi yerinde olacaktır.

YENİ KONSEPT

İttifak kendi içerisinde Transatlantik ilişkiler açısından anlamını devam ettirilebilmek adına 25 Kasım 2020’de ilan edilen 2030 Raporu’nda ifade edilen hususlar çerçevesinde yeni bir stratejik konsept oluşturma çalışmasına başlamıştır. İttifak’ın mevcut son stratejik konseptinin kabul edildiği 2010 Lizbon Zirvesi sonrasında güvenlik algılamalarını değiştiren ve İttifak’ın güvenlik ve savunma politikalarını yeniden değerlendirilmesini gerekli kılan Arap Baharı, akabinde yaşanan Suriye krizi ile mülteci sorunu ve Ukrayna krizi gibi uluslararası nitelikli bölgesel gelişmeler gerçekleşmiştir. Mevcut stratejik konseptte Rusya birlikte çalışılabilecek bir ortak olarak tanımlanırken, Çin ile ilgili herhangi bir politik tutum metinde yer almamıştı. Yeni stratejik konseptte bu konularla ilgili ayrıntılı hedeflerin olması muhtemeldir. Ayrıca bu noktada 2014 Ukrayna krizi sonrasında NATO’nun sadece asimetrik tehditlerle değil, Rusya’nın askeri gücünü dikkate alan bir yaklaşım geliştirmeye çalıştığı da hatırlanmalıdır. Bu gelişmeler İttifak’ın varlık sebebi olan kolektif savunma görevinin ve caydırıcılığın İttifak içerisinde daha çok dile getirildiği bir süreci başlatmıştır. Afganistan operasyonunun sona ermiş olması da dikkate alındığında, yeni stratejik konseptte asimetrik tehditlerle mücadelenin yanı sıra kolektif savunma görevi çerçevesinde İttifak’ın geleneksel savaşlara yönelik hazırlık düzeyinin artırılmasını sağlayacak düzenlemelerin olması muhtemeldir.

HEDEF VE AMAÇLAR

NATO 2030 Raporu ile başlayan sürecin 2022 sonbaharında yeni stratejik konseptin ilanı ile sonuçlanacağı değerlendirilmektedir. Bu çerçevede, İttifak’ın siyasi rolünün artırılması, İttifak içerisindeki dayanışmanın ve stratejik karar alma hususunda koordinasyonun güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Afganistan operasyonunun başarısızlıkla sona erdirilmesi, İttifak’ın söz konusu nitelikteki bir stratejik anlayışa olan ihtiyacını göstermektedir. Bu amaçlara ulaşmak, en önemlisi de İttifak’ın siyasi ve askeri bir savunma örgütü olarak varlığını devam ettirebilmek, İttifak üyelerinin NATO’nun hedefleri ve amaçları konusundaki sorulara birbirlerinin çıkarlarını dikkate alarak ve ortak bir tutum belirleyerek cevaplar verebilmelerine bağlıdır. Türkiye’nin yeni stratejik konsept çalışmalarında etkin bir şekilde var olması gerekmektedir. Özellikle NATO’da kararların konsensüs ile alınmasının üye ülkeler açısından hayati bir önem taşıdığı unutulmamalıdır ve bu konudaki herhangi bir değişikliğe izin verilmemelidir.