Taliban'ın tek kurşun atmadan Kâbil’e girmesi ve ülke yönetimine gelmesinin etkilerinin ülkenin hatta bölgenin sınırlarını aşarak, küresel seviyede bazı yansımalarının olacağı tahmin ediliyor. Afganistan’ın bulunduğu konumun taşıdığı jeostratejik önem dikkate alınırsa, bu yöndeki tahminlerin hiç de yabana atılır cinsten olmadığı görülebilir.

Eskiden beri büyük güçlerin mücadele alanı olan, bu sebeple de imparatorluklar mezarı olarak da anılan Afganistan’da yaşanan değişim, şimdiden büyük güçler için yeni bir mücadele sebebi olarak belirmiş durumda. ABD ve NATO’nun Afganistan’dan çıkması, elbette bu bölgede nüfuzunu artırmak isteyen diğer bölge güçlerinin iştahını kabartmaya yeterli. İran, Rusya ve Çin’in yeniden şekillenecek Afganistan’da kendi menfaatlerini temin edecek şekilde sürece müdahil olacağı şimdiden görülüyor.

Türkiye ise gerçekçi davranıp yeni dönemde Afganistan’da Taliban ile diyalog kurmaktan imtina etmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. Nitekim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Kendi menfaatlerimiz için herkesle görüşmek lazım. Bu onları benimsediğimiz, onların yönetimini ya da ideolojisini benimsediğimiz anlamına gelmez.

Çin, Rusya ve İran da Taliban ile görüşüyor. Herkes pragmatik davranıyor. Bunlar normal şeyler.” şeklindeki beyanatıyla, Türkiye’nin meydanı boş bırakmayacağını vurgulamış oldu. Adı geçen diğer ülkelerin terör örgütleriyle bir olduğu, hatta NATO müttefikimiz ABD’nin PKK karşısında bize destek vermekten kaçındığı dikkate getirilirse, Türkiye’yi Taliban’la görüşmekten dolayı eleştirebilecek son ülkenin ABD olduğunu da söylemek gerek.

ABD, Sovyet Rusya’ya karşı direnişi örgütlemek için beslediği Taliban kargası tarafından gözü oyulmuş durumda. Bir ülkeye şekil vermek için silahlandırdığı bir grubun gün gelince kendisine karşı nasıl mücadele ettiğini ABD, Afganistan örneğinde görmüş olsa gerek. Buradan çıkarılması gereken dersin Suriye’de besledikleri PKK/PYD kargasının ileride yine ABD’ye karşı sorun teşkil edebileceğini söylemeye gerek yok. Zaten ABD eğer gerçekten Türkiye ile müttefiklik ruhu ile bağlı olmuş olsa, PKK/PYD’ye destek vermenin Türkiye’ye ve dolayısıyla ABD’ye zarar verdiğini çoktan anlardı.

Ancak, ABD’nin Afganistan örneğinde görüldüğü üzere, doğru istihbarat temin edip sahadaki gelişmeleri isabetli şekilde analiz etme yeteneğinin olmadığı da ortada. Hâl böyle olunca, Taliban karşısında mağlup olan ve hüsrana uğrayan ABD’nin, Suriye’de de benzer bir akıbetle karşılaşmasının muhtemel olduğu söylenebilir.

ABD bu sonuçla Afganistan ve dolayısıyla Orta Asya’daki nüfuzu ciddi şekilde tahrip olmuş ve öz güvenini yitirmiş bir şekilde bu coğrafyadan uzaklaşıyor. Artık, Afganistan’a komşu ülkeler ve Türkiye başta olmak üzere birçok yeni aktör ülkenin geleceğini şekillendirmeye aday.

Türkiye ise bir noktada diğerlerinden ayrışıyor. Türkiye etnik ya da dinî ayrılıkları körükleyerek ülkenin parçalanmasına değil, birlik ve beraberliğinin tesis edilerek yeniden ayağa kalkmasına odaklanıyor.

Bunun gerçekleşmesi içinse öncelikle Afganistan’da kapsayıcı bir iktidarın kurulması, Taliban’ın eski hatalarından uzak durması gerekiyor. Dolayısıyla, bundan sonraki süreçte iç savaş senaryosunun mu yoksa sükûnetli bir geçişin mi söz konusu olacağını belirleyecek asıl unsur Taliban’ın tavrı olacak.

Taliban’ın ülkeyi iç savaşa götürecek adımlar atması, zaten büyük bir kaos içerisinde olan ülkeyi daha da yaşanmaz bir yer kılabilir. Eğer, Taliban sözcülerinin dile getirdiği gibi makul bir şekilde davranır ve kapsayıcı bir geçiş yönetimi kurulabilirse, o zaman en kötü senaryodan bahsetmek durumunda kalmayacağız.

Taliban’ın zora dayalı bir rejim mi rızaya dayalı bir hükümet mi istediği, Afganistan’ın ve ülkeyle ilgili planlar kuran tüm ülkeleri yakından ilgilendiriyor. Türkiye’nin bu süreçte Afganistan’daki tüm taraflarla yakın temasta olması şart. “Ne işimiz var Afganistan’da?” gibi beyhude tartışmalarla vakit kaybetme lüksümüz yok.