Türkiye’nin 2000’li yılların ortalarında başlattığı “Afrika Hamlesi” ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri alanlarda her sene bir önceki yıla oranla daha büyük bir ivme kazanarak devasa bir yatırım havuzuna dönüşmüş durumda. Bu çoklu ilişkiler ağını salt ekonomik verilerle açıklamamız yetersiz kalacak olsa da 2005 yılı itibari ile 3 milyar dolar olan Türkiye-Afrika ticaret hacmini, yıllar içerisinde çeşitli ülkelerle kurulan ortaklıklar vesilesi ile 26 milyar dolara çıkartan Türkiye, sadece Afrika kıtası içerisinde yapmış olduğu yatırımlar ve ithal ettiği ham maddeler sayesinde bile küresel yönetişim denkleminde güçlü bir yer edinebilecekken bunu ”insani diplomasi”, “kültürel etkileşim” ve “eşit paydaşlık” prensipleriyle güçlendirerek bu kıtada optimum verimlilikle faaliyet yürüten ender ülkelerden birisi konumundadır. Gerek Kuzey Afrika ve Afrika Boynuzundaki Osmanlı bakiyesinden kalan kültürel etkileşimi gerekse Sahra Altı Afrika’sındaki sömürgeciliğinin derin yaralarını ve faydacı tek taraflılığını hafifletmeye çalışmasıyla Afrika’daki pek çok ülkenin çoklu iş birliğinde tercih ettiği stratejik bir partner halini almıştır.

ARTACAK

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan ve heyetinin geçtiğimiz hafta düzenlemiş olduğu Angola, Togo ve Etiyopya ziyaretlerinin ardından ortaya çıkan tablo ise Türkiye2nin bu kıtadaki etkinliğinin daha da hızlanarak artacağına işaret etmektedir. Hali hazırda Türkiye ve Afrika’daki çeşitli ülkelerin ikili ilişkileri 2011 yılında Türkiye’nin Somali ve Sudan’a yapmış olduğu destekle belirgin bir noktaya evirilmiştir.

Açıkçası burada Somali örneği ülkemiz adına çok değerli bir başarı hikayesi teşkil etmiştir. Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere dünyadaki pek çok devlet ve devlet üstü aktörün inisiyatif almaktan çekindiği bu coğrafyada Türkiye, iç savaşın yaralarını sarmıştır. Tek bir uçağın üstünden dahi geçmediği zamanlarda, Afrika Boynuzunun en stratejik noktalarından birisi ve Kızıldeniz’in karakolu olan bu ülkeye verilen destek sayesinde Somali ordusunun eğitimi ve modernizasyonundan tutalım da devlet kurumlarının kurumsal alt yapılarının oluşturulmasına kadar pek çok alanda verilen destek Somali’yi adeta yeniden kurmuştur. Bu örnekleri Sudan’a verilen ekonomik desteklerden, Libya’daki meşru hükümetin yegâne direnç noktası olunmasına kadar pek çok örnekle çoğaltabiliriz.

Hatta ve hatta Türkiye’nin TİKA, YEE, Yurtdışı Türkler Başkanlığı ve Maarif Vakfı sayesinde özellikle 2016 yılından sonra başarıyla yürüttüğü “insani diplomasi” hamlesi, kolonyal travmaları üzerlerinden atamamış Afrika’daki milletler için Türkiye’yi güvenli bir liman olarak görme hissiyatını ortaya çıkartmıştır.

Pek tabi, her devletin kendi özelindeki bağımsızlıklarına riayet prensibi ile kurulan bu ilişkiler Afrika üzerinde yatırımı bulunan ve bu yatırımları bir “hegemonya” aracı olarak kullanan ülkeler için adeta öncelikli tehdit olarak algılanmaktadır. Fransa, ABD, İngiltere, Rusya, Japonya, Çin, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerin demiryolu ve liman işletmeleri, askeri üsler, alt yapı yatırımları, maden işletmeleri vb. gibi alanlarda uzun süredir faaliyet gösterdiği bu kıtada Türkiye son on yıl içerisinde büyük bir mevzi kazanmıştır. İkili rekabetler açısından Afrika’daki görünürlüğü inceleyecek olursak Türkiye- Fransa ve Türkiye-Rusya rekabetinin Afrika’ya aksı da iki anlaşılır örnek olarak karşımıza çıkacaktır. Fransa; Karabağ, Doğu Akdeniz, Adalar Denizi, Suriye ve Kuzey Irak gibi Türkiye’nin yakın hattındaki konularda mütecaviz tutumlar takınırken Türkiye’nin Libya, Cezayir, Çad ve bir zamanlar Fransız sömürgesi olan diğer Orta Afrika ülkelerindeki kültürel etkisi Fransa için hem ucuz emek sömürüsünün orta vadede tehdit altında olmasına hem de kültürel anlamdaki asimilasyonunun kırılmasına yol açmaktadır. Arka bahçesi olarak gördüğü bu kıtadaki hattının sarsılması Fransa’yı Avrupa’ya hapsedecek yolun başlangıcıdır.

TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ

Bir diğer örnek ise Rusya’dır. Rusya’nın Suriye meselesi ile Doğu Akdeniz’de artan etkisi, Sudan’dan askeri üs talebiyle Kızıldeniz’e uzanmasıyla artarken aynı Rusya Afrika’nın bir diğer ucundaki Nijerya ile savunma iş birliği antlaşması imzalayarak etki alanını daha da yaymaya çalışmaktadır.

Bunun ötesinden SSCB döneminden bu yana devam eden Rusya’nın Afrika’nın çeşitli ülkelerine savunma sanayi anlamında ciddi satışlar gerçekleştirmesi ise onu Karadeniz, Baltık, Doğu Avrupa ve Kafkasya gibi yakın çevresinde yaşadığı tehditlere karşı mevzi kazandırmak için Afrika’ya yöneltmektedir. Rusya’nın kendisine tehdit olarak algıladığı bölgelerde çoğu kez Türkiye ile karşı karşıya gelmesi ise Afrika’da Türkiye-Rusya ilişkilerini bir satranç oyununa dönüştürmüştür. Rusya’nın Libya’da darbeci Hafter’e verdiği destek ve Türkiye-Sudan arası ilişkilerin durağan olduğu bir dönemde talep ettiği askeri üs açıkçası Türkiye’ye ile çatışma yaşadığı konularda koz olarak Afrika’yı da kullandığına işaret etmektedir. Fakat özellikle Türkiye’nin Nijerya temasları ise Afrika’nın batısına yönelen Rusya’yı büyük bir dikkatle takip ettiğinin de ispatıdır.

Günümüzde Afrika, ülkelerin kendi yatırımlarını değerlendirebileceği yahut sadece ticari kaygılarla iş yürütebilecekleri bir kıta olmanın çok uzağında, içinde bulunan ülkelerin sayısıyla BM Genel Kurulundaki ağırlığının bilincinde bir coğrafyadır. Pek çok kıta aşırı devletin yatırımını barındırırken bu sayede de bir oyun alanı olması konumunu da korumaktadır. Bu sebeple tüm kurum ve kuruluşlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin bu coğrafyadaki yatırımları ve etkileşimi devam etmelidir.