Batı dünyasından Türkiye’deki iktidara muhalif olan herkesin temel argümanlarından biri, Türkiye’nin “gazeteci hapishanesi” olduğuna dair iddialardı. Birçok basın yayın kuruluşu, sözde tarafsız düşünce kuruluşu ve hatta Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu gibi uluslararası kuruluşlar, Türkiye’yi “dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi” olarak ilan etti. Bu yöndeki iddialar özellikle 15 Temmuz’daki başarısız darbe girişimi sonrasında iyice belirgin ve sistematik hale geldi.

Türkiye’de iktidar değişimini isteyen herkes, “despotik bir yönetim” olduğunu iddia etti ve bunu temellendirmek için tutuklu gazeteci sayısını öne çıkardı. Bu zatlar, şu kadar gazeteci tutuklandı diyerek Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğüne kısıtlama getirildiğini savundu. Onlara göre, gazeteciler hapisteyse, bu ülke demokratik olamazdı. Bu iddiaları dile getirenler, Türkiye’deki terör suçlarının çok geniş tutulduğundan, terörist kavramının birçok masumu da kapsayabileceğinden şikâyet ediyordu. Yine onlara göre, terör kapsamının “geniş” tutulması, hükümetin susturmak istediği muhalifleri etkisiz hale getirebilmek için elini güçlendiriyordu. İddia oydu ki, haberleriyle hükümeti eleştiren “masum” gazeteciler, sırf gazetecilik yaptığı ve “gerçekleri cesurca” dile getirdiği için “terörist” olmakla yaftalanıp içeri atılıyordu. Tüm bu iddialar Mersin’de gerçekleşen hain terör saldırısı ile çökmüştür!

Artık “masum tutuklu gazeteciler” hikayesinin dinleyeni olmayacaktır. Türk yargısınca terör örgütü mensubu oldukları, teröre yardım ve yataklık ettikleri veya terörü masumlaştırma ve meşrulaştırma gibi eylemlerde bulundukları gerekçesiyle mahkûm edilen sözde gazetecilerin “sırf siyasi saiklerle” mağdur edildiği yalanına bundan böyle kimse inanmayacaktır. 

Şu gerçek, gün gibi ortadır: Türk yargısının somut deliller uyarınca mahkûm ettiği sözde gazeteci, tam da yargının tespit ettiği gibi bir teröristtir. Bu kalleş teröristin kanlı eylemi, yargı kararında varılan sonucun ne kadar isabetli olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde göstermiştir. Dolayısıyla, “masum gazetecileri terörist ilan eden” bir hükümet ya da yargı değil “teröristi masum gazeteci göstermeye kalkan” terör seviciler vardır! 

Sanki gazeteciler suç işleyemez, sanki onlar suç işlese de mazur görülebilirmiş gibi davranan sözde basın hürriyeti savunucuları, bu “gazetecinin” eline silah alıp bir vatandaşımızı şehit etmesine ne diyecekler şimdi? Raporlarında ya da basın açıklamalarında bu “masum gazetecileri” öve öve bitiremeyen, onlar için “özgürlük” isteyenler acaba teröristleri aklamaya çalıştıklarını ve bu yüzden de ellerine kan bulaştığını itiraf ve ikrar edebilecekler mi? Teröriste özgürlük istemenin sonucunun ne olduğunu anlamışlar mıdır acaba şimdi?

Gazeteci kisvesine bürünmüş teröristlerin olabileceğini ne kadar yazsak, konuşsak anlatamazdık. Bu menfur saldırı, Türkiye’yi ve de özellikle mevcut iktidarı “insan hakları karnesi” söylemiyle vurmaya kalkanlara iyi bir ders oldu. Teröristleri koruyup kollayanların kimler olduğu da bu olay sayesinde bir kez daha ortaya çıktı.

Şimdi PKK ve diğer terör örgütlerine mensubiyet gerekçesiyle mahkûm edilmiş teröristlerin gazetecilik faaliyetlerinden değil terör iltisakları sebebiyle hüküm giymiş olduğu tezi daha güçlü bir şekilde savunulabilir. Türkiye’de hükümete, devlete ve millete kast eden teröristlerin “gazetecilik” maskesine büründüğü söylemi artık daha ikna edici olacak. Türkiye’de neden çok sayıda “tutuklu gazeteci” var sorusuna verilecek cevap da netleşti. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Türkiye’de tutuklu gazeteci! sayısının fazlalığı, teröristlerin kanundan kaçmak için gazetecilik mesleğini suiistimal etmelerinden, kendilerine gazeteci süsü vermelerinden de kaynaklanıyor.

Türk yargısı, herkesin hukuk önünde eşitliği ilkesi gereğince, gazeteci de olsa avukat da olsa işsiz de olsa teröre karışan herkesi terör örgütüne mensubiyet gerekçesiyle mahkûm edip gereğini yapıyor ve adaleti sağlıyor. Zira teröre karışan bir “gazetecinin” bu mesleğe mensup olduğu için mazur görülemeyeceği tartışmasız. Bunu teröristleri masum ve meşru göstermeye çalışan Batı artık anlamış olsa gerek.