20 Yanvar ( Ocak) Şehitlerinin hepsi bizim için aziz, kutsaldır. Ruhları karşısında baş eğiyoruz. O kadar etkileyici hikayeler var ki, insan kendini kaybediyor, tutamıyor. Yarım kalan insan hayatları bir ulusun yükselişine sebep oldu. Yıllar geçse de aynı hüzün, aynı duygu ve gururla anılacak 20 Ocak şehitleri. Evet, Şehit kelimesini bizler ilk kez o gün duymuştuk.

Uzun uzun yazmaya gerek yok. Rafig Samender’in 20 Ocak Şehitlerinin hikayelerini derlediği ‘Şehitler kitabından ‘ bir alıntıyı sizinle paylaşmak isterim. Başka söz söylemek, bunun üzerine yazmak gereksiz kalacak… “

Sabuncu hastanesinde ölüler arasında oğlunu ararken Zahid Aliyev’in babası Bayram amca oğlunu kendi paltosundan tanıdı. Akşam evden çıkarken Zahid babasının paltosunu giymişti.

Çıkar paltomu, oğlum! Çıkar... Bugünler için almadım. Çıkar diyorum sana... Paltoyu yere sürtme. Sabah işe giyinip gideceğim, insanlar içine çıkacağım. Kalk ayağa kalk. Annenin gözünden uzak oğlum. Beton zeminde yatıyorsun. Ayağa kalk ... Annen gelince cevap veremem... Nasıl bir gündür, oğul? Bari paltonu altına serseydin, bala. Yakasını düğmeleseydin, oğul. Bu nasıl palto giyinmekti? Kalk, paltonu düzgünce giy ... Kalk ... Yakanı kendim ilikleyeceğim bala ... Az iliklemedim. Seni soğuktan ve rüzgardan korudum. Kar fırtınasından ve ayazdan korudum seni. Yemedim sana yedirdim, giymedim sana giydirdim. Emanete böyle mi bakarlar? Mazota, kana bulaşmış palto. Kara asfalta sürtünüp palto… Önemli değil… Utanma babandan, korkma, ürkme bu bahtsız babandan, kalk eve gidelim… Evde evladın bekliyor seni, yavrum… Beş aylık... Gelin seni evde bekliyor... Sana doyamadı bala . Kalk, kalk da gidelim paltonu silip temizlesin. Ben de gelene kadar yerine asarsın. Kimseye bir şey söylemem. Görmedim bilmiyorum, duymadım. Vallahi, yalandan ne desen söylerim… Yeter ki sen ayağa kalkıp eve gidesin bala. Kendi ayaklarınla gidesin…

Duymuyor musun? Oğlum, beni dinlemiyor musun? Evde evladına ne söyleyeyim, dizini döven anana ne diyeyim? Resmini kucaklayıp oturan bacına ne söyleyeyim? Bu derdin karşısında yapayalnız bırakma beni. Yaşlı adamım, saçım sakalım beyazlaşmış.

Kalk ayağa oğlum. Kalk bala, kalk... Bari en azından git geline baş çek, sonra geri dönersin. Evleneli daha bir buçuk yıl oldu. Yarım yıl daha kal yanında, sonra yine gidersin. Yine paltomu sana veririm. Kalk bala, kalk… Sırtımı eğme. Zaten belim bükük. Az mı seninle dertlendik? Evimizi ocağımızı bırakıp buralara geldik ( Batı Azerbaycan’dan, şimdiki Ermenistan’dan zorla çıkarılan bir aile olduğu için doğduğu Vedi toprağını baba oğluna sorar.) Kulağını yere dayadın bala, Vedi’den bir haber mi var? Kalk evladım, ayağa kalk... Oradan ( Vedi) buralara ölmeye mi geldin?

Kalk artık, yoruldun, biraz da baban yatsın. Baban ölsün, bala, sen ayağa kalk. İş yerinde seni bekliyorlar. Kalk, bahar geliyor, meyve sebze zamanı. Kalk dükkânına git, müşteriler seni bekler. Böyle olmaz, sonra şikâyet ederler, kalk işe git. İnat etme, sen ki böyle değildin. Baban bir saattir burada, sen yerinden kıpırdamıyorsun. Belki sen benim evladım değilsin? -

Zahid!..Zahid!..Zahid!..

Hayır… Böyle suskun durduğuna göre sen benim sakin, temkinli, hayırsever evladımsın. Kimseyi incitmeyen, söz söylemeyen balamsın. 26 yaş nedir ki oğlum… Çocuk yaşı. Sen kimseye sataşmazdın, kimsenin yolunu kesmezdin. Nasıl oldu gece yol kesmeye gittin oğul (Sovyet tanklarının önünde durup Bakü’ye girmesini engellemesinden bahsediyor.) ? Nasıl bir yürek oğlum?

Büyük bir ordunun önüne çıktın. Tankları durdurmak istedin. Durdurmayı başardın mı oğul? Eve de gelmedin. Bütün geceni biz de endişeyle bekledik durduk, bala. Sen başını alıp gittin. Bizi de tankın altına attın, oğul…

Ah insafsız oğul…ah insafsız bala…Bu kadar uyunur mu? Paltonun üzerine beyaz örtü de çekmişsin. Bu nasıl bir yaşamak? Kalk paltonu çıkar. Soyun, adam gibi yat, gelen gidenler var, ayıptır. Babanın sözüne tepki bile vermiyorsun. Dünya böyle dünyadır, şimdi sen de bir babasın… Daha bana ihtiyacın yok oğul. Kalk paltonu çıkar, evde evladın dertten üşüyor, ona götüreyim giysin. Çıkar onu anan kokunu ondan alsın, kurşun yerine baksın. Ablan kucağına alsın, sarılsın ağlasın. Çıkar oğlum çıkar. Kanlı elbiseni götürmesem öldüğüne inanmazlar.

Ne insafsız bir oğulsun. Baban bu kadar çok yalvarsın ama sen hiç kıpırdama. Çocuk musun, seni yine kucağıma mı alayım? Yaşlı adamım, kucağıma sığmazsın sen. Kalk, bari paltonu çıkar, belki kucağıma sığarsın…

Hey gidi dünya... Çıkarma oğlum, paltonu çıkarma... Benim ona ihtiyacım yok... Seni kurşunlardan ve ölümden korumayan palto kimseye gerek değil. Helal hoşun olsun, giyin git. Öteki dünya soğuk olur belki. Bu dünyanın kokusunu, babanın nefesini, çocuğunun sesini, o düğmeleri diken annenin ellerini, eşinin yolda kalan gözlerini, kız kardeşinin yolunan saçlarını, Surahanı’nın ( Bakü ilçesi) petrolünü, mazotunu o paltoda görebilir, duyabilir ve hissedebilirsin, bala... Can bala.. Helal hoşun olsun palto!

(Rafig Samander’in Şehitler kitabından)