Yunanistan ve Türkiye arasında, özellikle son otuz yıllık süreçte, yaşanan pek çok gerginlik iki komşu ve NATO müttefiki ülke arasında belki de hiç kapanmayacak uçurumlar açmıştır. Açıkçası, Ege Denizi üzerindeki regülasyonun Yunanistan lehine tek taraflı olarak bozulma hamlelerinin arttığı 90’lı yıllardan itibaren, kısa dönemli iyi niyet beyanlarının hâkim olduğu zamanlar dışında, Yunanistan’ın Türkiye’nin herhangi bir başka güvenlik krizi ile ilgilendiği zamanlarda uluslararası hukuka aykırı bir şekilde mevzi genişletmesi artık su götürmez bir gerçektir. Başlıca; Ege Denizindeki adaların statüsü ve karasuları meselesi, deniz ve hava yetki alanları meselesi, Batı Trakya’daki Türk azınlığın kültürel ve dini asimilasyon politikalarına maruz kalması, Doğu Akdeniz’de GKRY’nin hukuksuz bir statüde Kıbrıs adasının tamamında hak iddia etmesi ve hidrokarbon rezelerinin araştırılması/çıkarılması hususunda Türk münhasır ekonomik böl- ge sınırlarının Yunanistan ve GKRY tarafından tanınmaması, Suriye iç savaşı neticesinde hızlanan doğubatı aksındaki sınır aşan göçler meselesinde Yunan güvenlik güçlerinin mültecilere karşı göstermiş olduğu insanlık dışı muamele ve Yunanistan’ın ABD’deki mevcut Rum lobileri ile iş birliği içerisinde Türkiye’nin bölgesel gücünü sınırlama adına savunma sanayinin ithal kalemleri üzerinden Türkiye’ye karşı bir politika ortaya koyması gibi meseleler Yunan yönetimlerinin sorumsuzca eylemlerinin neticesinde oluşmuş ve Türk-Yunan ilişkilerinin belki de tamiri çok zor bir dönemece sokmuştur. Açıkçası hem Adalar Denizi’nde hem de Doğu Akdeniz’de hukuksuz genişleme eğilimlerini her geçen gün arttıran ve bu noktada uluslararası silah endüstrisinden yüklü bir miktar savaş makinası temin eden Yunanistan başta silahsızlandırılması 1923 ve 1947 antlaşmaları ile kesinlikle yasak olan on iki adayı ve bunun dışında kalan pek çok irili ufaklı adayı silahlandırarak Türk kıyılarına düşmanca bir tehditte bulunmaktadır. Bunun da ötesinde Yunanistan’ın Miçotakis yönetimindeki mevcut hükümeti ise Türkiye’nin kendi öz güvenliği adına ABD’den ithal etmek istediği savaş uçaklarına karşıt bir kampanya dahi yürütmektedir. Yunan hükümeti, meclisi, genelkurmayı ve basın kuruluşları Türkiye’ye karşı hain emeller besleyen kişileri barındırmaktadırlar. Bu noktada ise Türkiye’nin hem tarihten hem de mevcut mütecaviz durumdan doğan haklarını kullanmak bu hakların tescillenmesi içinönce Türk toplumu içerisinde bu işin zeminini oluşturmak daha sora da uluslararası mekanizmaların harekete geçirilmesi zarurisidir Bu noktada Yunanistan’ın ve benzer hasımlık güden unsurların Türkiye’nin egemenlik haklarına müdahil olamamaları için Türk vatanının denizdeki iz düşümü olan “Mavi Vatan” haritası Türk devleti tarafından resmi bir argüman ile tüm dünya kamuoyuna tanıtılmıştır. Buna rağmen Yunanistan’ın fiili anlamda Ege’de politik anlamda da küresel zirvelerde göstermiş olduğu tutumlar Türkiye için bir an önce sonlandırılması gereken bir krizin yanı başında olduğunu gösteren emareler olmuştur. Her Türk-Yunan restleşmesinde, İstanbul, Boğaz Köprüleri, İzmir, Ayasofya ve Pontus gibi kavramlar üzerinden bir devletin egemenlik hakkına tehdit oluşturabilecek seviyede açıklamaları pervasızca yapan Yunan yetkililer, son kertede Türk bağımsızlığına karşı bardağı taşırmışlardır. Bu noktada Türk vatanının bağımsızlığını tesis ve temin etmek için Ege Denizindeki tarihsel haklardan meşruiyetini alan ve mevcut Yunan tacizini sonlandırmak için politik çözüm çabalarının boşa çıkması durumunda yeni bir fiili duruma hazır olunması gerektiğini belirten denizlerdeki Türk Misak-ı Millisinin sembolü “Ülkü Ocakları Haritası” 9 Temmuz 2022 tarihi itibariyle Ülkü Ocakları EKV Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım beyefendi tarafından Milliyetçi ve Ülkücü hareketin lideri Sn. Devlet Bahçeli beyefendiye takdim edilerek Türk ve dünya kamuoyuna ilan edilmiştir. Ege’deki adaları hukuksuz yere silahlandıran ve dönem dönem Ege’deki karasularını 12 mile çıkarma iddiasını yineleyen Yunanistan’ın 1913 Londra, 1923 Lozan ve 1947 Paris Antlaşmalarından doğan sorumluluklarını yerine getirmemekte direnmekte ve Türk karasularına ilişkin düşmanca tutumunu sürdürmektedir. Bu noktada haksız bir şekilde oldu bittiye getirdiği 12 Adaların ötesinde 24 yıl kuşatmanın ardından 180 bin ila 240 bin arasında sayıyla rivayet edilen şühedanın fethettiği 2,5 asır Türk yurdu olan ve 1913’de bir fiili durum oluşturularak Londra Antlaşmasına aykırı bir şekilde işgal edilen Girit adası da artık taraflar arasında tartışılması gereken yeni bir gündemdir. Zira, işgalci Helen zihniyeti ile İstanbul’u ve Ayasofya’yı ağızlarına sakız eden Yunanlı yöneticiler, herhangi bir savaş neticesinde alamadıkları, oldu bittilerle kendi lehlerine verilen Ege Adaları üzerinden Türkiye’yi nereye kadar tehdit etmeye devam edecektir? Bu noktada Ülkü Ocakları EKV söylenmesi gerekeni söylemekte ve Türk Misak-ı Millisini müdafaa etmede öncü olmuştur. Zira Avrupa’nın bu şımarık çocuğu Türk sınırlarına tecavüz etmeye devam edip top atışı menziline silah sistemleri kurmaya devam edecekse, bu sınırların Türk vatanı lehine değişmesi kaçı- nılmazdır.