İşitildiğinde insanının duygu dünyasını olumsuz olarak etkileyen kavramlar vardır ve bu kavramlara yüklenilen anlamlardan kaynaklanır. Sosyal Bilimlerde bu türden kavramları “Pejoratif” kavramlar olarak dile getiririz.

Genellikle, aşağılama ve küçümseme gibi anlamlarının yanında beğenmeme ve yerme gibi anlamlara da karşılık gelir. Soykırım kavramını kullanan öznenin kullandığı bağlam açısından bakıldığında da pejoratif bir içerik üzerinden dile getirildiği görülür. J. Biden’ın tam olarak yaptığı da, bu içeriğe yapılan gönderme üzerinden okunabilir. Ancak konunun bu bağlamın ötesine taşan anlamlarına da bakmak tartışmanın asıl anlamını ortaya koyabilmek için önemlidir.

Biden’ın 1915 Tehcir Olayını soykırım olarak ifade etmesinin asıl amacı/telosu nedir? Bu soru sorulduğunda öncelikle “Soykırım” kavramına atıf yaparak olayın hukuki boyutuna gönderme yaptığı iddia edilemez. Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli “Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne” göre bir eylemin “soykırım” olarak nitelendirilebilmesi için, belirli bir insan topluluğunun; milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini dolayısıyla tümünün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetinin bulunması gerekir. İlk olarak, dile getirilen niyetin Osmanlı İmparatorluğu’nun amaçları arasında olmadığı, yine onun geleneksel bir siyasi stratejiye uygun olarak, toplumsal bir huzursuzluğu ortadan kaldırma adına “göç/sürgün” yöntemine başvurduğu “kolaylıkla” bütün taraflar açısından basit bir analiz ile ulaşılabilecek bir sonuçtur. İkinci olarak, Ermenilerin, Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi sınırları içerisinde olan bir bölgeye gönderildiği de aşikârdır. Üçüncü olarak bunun Türkiye Cumhuriyeti’ni hukuki açıdan bağlaması da söz konusu değildir.

Çünkü hukuki olarak 1948 itibariyle dile getirilen normun geriye işletilmesi gibi bir anlayış ortaya konulan hüküm ile tezat oluşturur ve bu Türkiye Cumhuriyeti’ne değil, insanlık tarihine yönelik bir genel hükme dönüşür ki, en basit anlamıyla “saçmadır”. Bizim kolayca ulaşmış olduğumuz bu sonuçlara, bu kavramı kullanan veya kullanılmasını doğru bulanlar niçin ulaşamamışlardır veya bu basit analizi yapabilecek yetilerden yoksun mudurlar? Tabi iki cevabımız hayır olmak durumundadır. Çünkü onlar da bu çıkarımların farkındadırlar. O zaman farklı bir bağlamın olması gerekir ki; işte bunun cevabı evettir. Bir politik söylemi her daim iki bakış açısından ele almak gerekir. Birincisi, bu söylemin “anlam değeri” ve ikincisi bu söylemin “kullanım değeri” dir. Birincisi dikkate alarak yapılmış bir değerlendirme olamaz. Çünkü anlam değeri tam olarak yukarıda ifade ettiğimiz tarihsel gerçekliklerdir ve bu kullanalar açısından asla temel amaç görülmez. Bu durumda amaç, bu kavramın kullanım değeri üzerinden bir politika yürütmektir. Bu politikanın da üç temel gayeye yönelmiş olduğu nettir;

a) Dünya kamuoyunda Türkiye’yi vicdanen mahkûm edilmiş olarak göstermek, bunun üzerinden bir algı oluşturmak yani post-truth bir politik propaganda yapmaktır.

b) Türkiye’yi kısa ve uzun vadeli bölgesel ve küresel çerçevede atılmış olan istikrarlı ve rasyonel delillere dayanan hedeflerinden uzaklaştırmaktır.

c) Değişen ve keskin kırılmaları içerisinde barındıracak olan yenidünya düzeninde Türkiye’ye ket vurmak onu kendi politikalarının aracı haline getirmektir.

Ulaşılan bu üç sonuçta, kavramı kullananların amacına ulaşmaları için akli bir yöntemi içermemektedir. Dünya kamuoyunda Amerika Birleşik Devletleri zaten vicdanen mahkûmdur. Türkiye’nin kısa ve uzun vadeli politikalarında da değişiklik oluşturamaz çünkü bu politikaların belirleyici öznesi onlar değillerdir. Üçüncüsü yenidünya düzeni açısından da bu bakış açısı ABD’ye fayda getirmez. Yapılması gereken ise, anlam değeri üzerinden açıklamalara ve izahlara boşuna mesai harcamamaktır. Anlamlı veya karşılığı olacak olan, artık küresel, tek ve hegemonik bir imparatorluk olarak ABD’nin değil, bölgesel aktörlerin olacağı geleceğin rasyonel inşası için politikalar geliştirmektir.