Otonom Silah Sistemleri adıyla bilinen ve kritik askeri fonksiyonlardan en az birisini otonom olarak, yani herhangi bir insan girdisi veya talimatına bağlı olmadan icra edebilen silah sistemlerinin akıbetine ilişkin tartışmalar kısa olmayan bir zamandır sürmektedir. Bu tartışmaların bir ucunda, Terminatör filminden esinlenircesine kötümser bir tablo çizen ve bu mahiyetteki silahların insanlar ve insanlık için problem teşkil edeceğini düşünenler yer almaktadır.

Bu düşünce akımına göre otonom silahlar yasaklanmalıdır. Bu yasak yanlılarının gösterdikleri nedenler ise kendi içinde farklılıklar göstermektedir. Kimi düşünür ve yazara göre, bir algoritma veya yapay zekâ kullanan silahın, kendi vereceği bir karar ile gerçek kişi veya kişilerin öldürülmesine karar vermesi korkunç bir ihtimaldir. Ayrıca bunun, insan hayatını algoritmik karar süreçlerine 1 veya 0 gibi verilere indiren aşağılayıcı bir yanı da bulunmaktadır. Başka bazı yazarlar ise savaş hukukunun temel ilkelerine uyacak mahiyette program yazılması veya bu programları hatasız uygulayacak gelişmişlik ve başarıda silahların varlığını uzak bir ihtimal olarak değerlendirmektedir.

Dolayısıyla, asker-sivil ayrımı yapamayacak veya yapmayacak robotların savaş hukuku kurallarını çiğnemelerinin önüne geçilmelidir. Bu ve benzeri kaygılar ile önemli askerî veya robotik etik uzmanları kapsamlı bir yasağın gelmesi konusunda etkili de sayılabilecek bir hareket başlatmışlardır. Daha ziyade STK’lar üzerinden ilerleyen bu hareketin uluslararası boyutta bağlayıcı kurallar oluşturulmasında devletlerin resmî desteğine ihtiyaç duydukları da aşikârdır, çünkü uluslararası hukuk nizamında kuralları devletler belirlemektedir.

Otonom silahlar konusunda ise devletlerin genel olarak üç farklı pozisyon aldıkları gözlenmektedir. Bunlardan ilki “büyük devletlerin yaklaşımı” olarak adlandırılabilir. Burada, zaten güçlü ordulara ve savaş teknolojisine sahip olan Rusya, Çin veya ABD gibi devletlerin yasağa karşı olan tutumları belirgindir. Siyasal gücü olan bu dominant devletlerin amacı, en azından bu silahların geliştirilmesinin mümkün bırakılması, herhangi bir yasak ile bu konudaki hareket alanlarının kısıtlanmasının önüne geçilmesidir. Dikkat edilirse bu sayılan ülkeler hem ekonomik hem de askerî güç açısından dış politika hedeflerini gerçekleştirme, bu konulardaki gündemlerini başka devletlere empoze etme konusunda başarılı devletlerdir. Bu ülkelerin resmî yazışmalarda da mevcut savaş kurallarına ilaveten otonom silahları yasaklayacak yeni kuralları veya sözleşmeleri istemedikleri; bilakis otonom silah kapasitelerini geliştirme konusunda da istekli oldukları görülmektedir. Burada ifade edilmelidir ki bu aktörler kendi ordularında otonom silahları kullanmakta ve yeni tipleri de geliştirme konusunda kesintisiz çaba sarf etmektedirler.

OTONOM SİLAHLAR

Bir başka grup devlet ise yasağı ister görünümdedir. Az sayıda olan bu devletlerin önemli kısmı da siyaseten ve ekonomik olarak ilk grupta bulunanlar kadar güçlü değildirler. Dolayısıyla, en azından şu an için kapsamlı bir yasağın kabulü uzak bir ihtimal olarak değerlendirilmelidir.

Otonom silahlar konusunda üçüncü grupta yer alan devletler de prensip olarak yasağa karşıdır. Ancak bunlar, hukuken bağlayıcılığı olmayan ve fakat siyasal özellikte bir deklarasyon yayınlanması fikrindedirler. Bu son yaklaşım, mevcut hukuk kurallarına uyma gerekliliğinin altını çizmekte ancak sahada kullanıma yol gösterecek birtakım ilke ve kurallaşmaların siyaseten benimsenmesini de önemli görmektedir. Bu ülkelerin de meselenin özü itibarıyla ve en azından şu an için yasaklamama fikrine dolaylı bir katkı sundukları kabul edilebilir. Bu son grup devletler arasında Fransa, Almanya gibi askerî, ekonomik ve fikrî yönlerden güçlü devletleri görmekteyiz.

Demek oluyor ki, hukuk kurallarını yaratma potansiyeli olan devletler arasından küçük bir bölümü sert bir yasak olsun ve otonom silahlar geliştirilmesin kampında yer almaktadır. O zaman, STK’ların birtakım itirazlarını kendi devletimiz için belirleyici veya yön gösterici kabul edip etmemeyi tamamen bizim takdir yetkimizde olan bir mesele olarak görmek gerekmektedir. Bu konuya böyle bir giriş yapmamızın güncel bir nedeni vardır, o da Libya’da kullanıldığı iddia edilen Türk drone’u Kargu-2’dir. Yayımlanmış ve internette de ulaşılır durumda olan bir Birleşmiş Milletler raporuna göre Kargu-2, Libya’da otonom modda kullanılmış olmalıdır. Buna göre; aslında en fazla beş veya on km mesafeden kontrol edilebilen Kargu-2, yerdeki gerçek kişi operatörün talimat verebileceği bu mesafelerin çok daha ötesine geçmiş ve otonom bir şekilde Hafter güçlerine saldırarak personel kaybına neden olmuştur.. İddia bu yönde olsa da raporun kaynağı açık değildir ve esasen sahadan gelen dedikodu seviyesindeki malumata dayanmaktadır. Bu, kasıtlı bir bilgi çarpıtma çabasının da sonucu olabilir. İlaveten, görüştüğümüz uzmanlar Kargu-2’de yalnızca seyrüsefer konusunda bir otonomiden bahsedilebileceği, mutad olarak hedef belirleme ve bu hedeflere angaje olmak şeklinde sayılan kritik askeri fonksiyonlarında ise insan operatörünün talimatına sıkı sıkıya bağlı çalıştığına işaret etmektedirler.

Kargu-2’nin otonom bir silah sayılıp sayılmaması hakikatte konumuz hakkında belirleyici bile değildir. Muhtemelen otonom silah özelliklerine sahip olmayan bu sistemin tam otonomi sahibi olması senaryosunda dahi günümüz uluslararası hukukuna göre ihlâl teşkil etmeyeceğini açıklıkla ifade edelim. Bu nedenle söz konusu farazi kullanımdan dolayı Türk askerinin veya genel olarak devletimizin sorumluluğunun ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak şu da var ki, özellikle Batı kaynaklı STK’larda bir düğmeye basılmışçasına alarm zilleri çalınmıştır. Türk savunma endüstrisi uzmanları bu tahkir veya şikâyet edici yaklaşımları, pek haklı olarak, bizim başımıza örülecek yeni bir potansiyel çorap olarak görmüşlerdir. Bu konuda elbette haksız veya yanılmış değillerdir. Gerçekten de uzun zamandır başka devletler tarafından belli seviyelerde otonomi sahibi sistemler kullanılmaktayken, bir Türk drone’unun bu kadar ilgi çekmesi ve bu kadar eleştiri alması çifte standart örneği olarak fazlasıyla rahatsız edicidir.

Ancak bizim için belirleyici olması gereken esasen devlet tavırlarıdır, çünkü yalnızca bunlar bağlayıcı hukuk kuralları oluşturma yeteneğine sahiptir. Bu konuda ise önemli hiçbir devletin bu sistemlerin tarafımızca kullanılması iddiaları hakkında kınayıcı bir eylem veya açıklamada bulunmayacağını gerçekçi bir beklenti olarak değerlendirmeliyiz. Bu devletler kendi lehlerine büyük bir avantaj sağlayacak otonom sistemlerinin kullanılması, üretilmesini ve pazarlanmasını engelleyecek bir hukuki tutum sergileyecek değildir ve şu ana kadar da böylesi bir tutum sergilememiştir. Dolayısıyla Türkiye olarak biz, sahada can kaybımızı aza indirecek, inanılmaz bir caydırıcılık kazandıracak bu sistemlerin kullanılması konusunda çalışmalarımızı devam ettirmeliyiz. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, geliştireceğimiz otonom sistemlerin savaş kurallarına uyması için gereken tedbirleri eksiksiz olarak almamızdır. Bu son konuda gevşeklik gösterilmemesi hâlinde, yürütülen veya yürütülecek çalışmaların meşruiyeti de korunmuş olacaktır. Devletimizin karar alıcı kadroları da bu konuda benzeri düşüncelerde olsa gerek ki yakın zamanda yapılan açıklamalar da bu alandaki çalışmaların devam edeceği şeklinde olmuştur.

YAPAY ZEKA

Savunma Bakanı Sayın Hulusi Akar’ın “Geleceğin teknolojileri olan yapay zekâyla donatılmış robotik ve otonom sistemleri ordumuza kazandırmada geç kalmak istemiyoruz. Ordumuzu makine hızında savaş yapabilen kabiliyetine şimdiden hazırlamak istiyoruz. Bu kapsamda yapay zekâ, nesnelerin interneti, big data, siber-fiziksel ve robotik sistemler, otonom sistemleri yakından takip ediyoruz.” ifadelerini de resmî bir konumun en yüksek seviyeden beyanı olarak değerlendiriyoruz. Bu beyan ile somutlaştırılan millî konumumuzun en azından günümüz hukukuna uygun olduğunu hatırlatmalıyız. Zaten başka devletlerin çok sayıda otonom özellikli silah ve sistemleri kullandığı bir zamanda neden yalnızca bizler için bir yasaktan bahsedilsin ki? Böylesi bir haksız hukuk ve siyaset okumasını reddediyoruz. Özellikle de bu zor coğrafyada, çok sayıda problem ile uğraşırken! Bu nedenle, Türk ordusu ve sanayisi çalışmalarına ara vermeden devam etmelidir.

Unutulmamalıdır ki askerî teknolojilerde elde edilecek başarılar ve bunların neticesinde ulaşılacak yüksek millileşme seviyesi, daha bağımsız dış politikanın anahtarı ve hazırlayıcısı olacaktır.