Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya ‘askeri operasyon’ düzenlemesiyle başlayan fiili Rusya-Ukrayna savaşı, küresel ölçekte enerji dâhil birçok emtianın tedarikinde sıkıntılar yaratırken, enerjide dörtte üç oranında dışa bağımlı olan Türkiye’nin enerji güvenliği de gündemde üst sıraya yükseldi. Ülkemizin enerji güvenliği kömür, petrol ve gaz olarak tetkik edildiğinde, ciddi bir risk olmamakla beraber, Türkiye’nin hassas bir bağımlılığa sahip olduğu görülmekte.

Türkiye, Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre, kömürde dünyada en çok ithalat yapan ilk on ülke arasında yer almakta. Türkiye’nin ekonomisinin ve nüfusunun büyüklüğüne kıyasla bu kadar çok kömür ithal ediyor olması, iki gerçeği içinde barındırıyor. İlki, Türkiye’nin kendi kömür varlıklarının yetersiz ve görece kalitesiz olduğu; ikincisi ise, enerji verimliliği zayıf olduğu için, benzer ülkelere kıyasla daha çok enerji ithalatına gereksinim duyduğudur. Bu ihtiyaç alternatif kaynaklardan karşılanmakta ise de kömür önemli bir ağırlığa sahiptir. Türkiye’nin dış kömür arzı değerlendirildiğinde, Rusya ve Kolombiya ile yapısallaşmış ve oturmuş bir kömür ithalat ilişkisi olduğu görülür. Bu iki ülke, Türkiye’nin bütün kömür ithalatının neredeyse dörtte üçünü karşılamaktadır. İlk bakışta kömür ithalatının çok yüksek bir kısmının sadece iki ülkeden yapılıyor olması tehlikeli gibi görünüyor olmasına karşın, hem kömürün teknik özellikleri hem de sektörün iş yapış şekilleri, bu bağımlılığın bir enerji arz güvenliği tehlikesine dönüşmesini engellemekte.

İlk olarak, kömür katı formlu olduğu için rahat depolanabilen bir meta. Bu sayede, evlerin kömürlükleri dâhil, her türden endüstriyel kullanıcı, gereken kömürü rahatça depolayarak, herhangi bir tedarik sıkıntısına karşı esneklik kazanmakta. İkinci olarak, kömür sektöründe küresel ölçekte çok sayıda satıcı ve alıcı olduğu için, bir tedarikçiden elde edilemeyen kömüre yakın evsaftaki ürün, bir başka tedarikçiden kolayca alınabilmekte. Bu sayede, kömürde bir ülkeye yüksek bağımlılık, enerji arz güvenliği riski yaratmamakta. Kömür ithalatımızı elektrik sektörümüzdeki önemi açısından değerlendirdiğimizde de, hem kömürlü termik santrallerin stoklu çalışmaları hem de gerektiğinde bir süreliğine ikincil yakıta geçebilmeleri sayesinde, kömür tedarikindeki bir aksamanın, elektrik arz güvenliği açısından hayati bir tehdit oluşturmadığı görülmekte. Kömür açısından Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı bir fırsat olarak, başta Avrupa olmak üzere çoğu ülkenin enerji arz güvenliğini tekrar öncelemeleriyle, yakın zamana kadar kötülenen ve kullanılması neredeyse engellenen yerli kömür kaynaklarımızın değerlendirilmesine uygun zeminin oluşması görülebilir. Küresel finans ve teknoloji odaklarının kömüre tekrar yönelmeleriyle, yerli kömür kaynaklarımızı ekonomiye ‘kazandırmak’ için kısa süreli bir fırsat penceresi açılmış olabilir. Mamafih, kömür kaynaklarımızın işletilmesi ekonomimize kısa sürede kazanç getirse de, uzun vadede Avrupa’nın sınırda karbon vergilerine tabi tutulmayacağımız şekilde hassas bir dengede ilerletilmeli.

Türkiye’nin petrol sektörü görünümü de, kömüre benzer şekilde, yüksek risk ihtiva etmemekte. Türkiye, petrolün kabaca yarısını ulaşımda kullanmakta ve ana ithalatçıları Irak, Rusya, Hindistan ve Kazakistan. Irak’a boru hattı ve kara sınırı, Rusya ve Kazakistan’a ise Karadeniz güzergâhıyla bağlanan Türkiye’nin, bu güzergâhlardaki enerji sevkiyatı ciddi bir risk taşımamakta, Hindistan’dan ise Süveyş Kanalı’yla yürütülen petrol ürünleri ithalatı, kanaldaki gemi trafiği nedeniyle bazı aksamalara konu olabilmekte. Yine de, ülkemizin petrol arz güvenliği de, hem petrolün teknik özellikleri hem de petrol sektörünün iş yapış biçimleri sayesinde, riskli bir konumda değil.

Petrol, tıpkı kömür gibi kolayca depolanabilen, aksaklıklara karşı stok yapılabilen bir ürün. Türkiye’nin de, Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre, Nisan 2022 itibarıyla 92 günlük tüketimine eş değer petrol stoku hazır tutulmakta. Ayrıca, kömür kadar kolay olmasa da, bir tedarikçideki aksama, genelde benzer evsafta petrol ihraç eden diğer ülkeler eliyle telafi edilebilmekte. Türkiye’deki mevcut sıvı yakıt temelli ulaşım altyapısının değişmesi ve ülkenin daha bayındır hâle gelmesiyle, ülkemizin petrolde dışa bağımlılığının yarattığı riskler de azaltılabilir. Rusya-Ukrayna savaşının petrol üzerinden Türkiye’ye yapacağı en önemli etkilerden biri, Batı dünyasının Rusya üzerindeki yaptırımlarının sıkılaşması ve uzamasıyla, Rusya’nın Novorossiysk Limanı’ndan ihraç ettiği petrol miktarının düşmesi olabilir.

Doğal gazda ise durum daha karmaşık olmasına rağmen, Türkiye’nin dış doğal gaz arz güvenliğine ilişkin de ciddi bir tehdit olmadığı söylenebilir. Ülkemizin toplam gaz tüketiminin üçte biri konutlarda yapılırken, dörtte birlik kısımları da sanayi ve elektrik üretimi sektörlerince gerçekleştirilmekte. Bu tüketim yapısını beslemek için ithal ettiğimiz gazın yaklaşık üçte birini Rusya’dan, bir çeyreğini ise İran’dan boru hatlarıyla almaktayız. Bunun dışında Azerbaycan, Cezayir ve Nijerya da boru hatları ve sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ithal ettiğimiz ülkeler arasında. Son birkaç yıldır, Türkiye de dünyadaki akıma ayak uydurarak, küresel piyasalardan gemilerle ithal ettiği sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) miktarını artırdı ve bu hacmi daha da artırarak gaz piyasasının esneklik ve derinliğini artırma amacına matuf adımlarını yoğunlaştırdı. Bu kapsamda Dörtyol’da ve Saros Körfezi’nde iki sıvılaştırılmış doğal gaz terminali inşa ederek, ulusal şebekenin gaz giriş noktalarını artırdı. Ayrıca, Silivri ve Tuz Gölü’ndeki doğal gaz depolama tesisleri de, acil durumlarda ülkenin asgari ihtiyaçlarını karşılayabilecek seviyede bulunmakta.

Türkiye’nin doğal gaz arz güvenliğinde sorun olmadığı iddiam, 2022 kışı başında, İran gazındaki aksama sebebiyle sanayi üretiminin durması olayıyla karşılaştırıldığında şüpheli bulunabilir. Burada sorulması gereken soru, İran’dan aldığımız miktardaki gazı kendimiz üretiyor olsaydık, üretimdeki bir aksama sebebiyle yine sorun yaşayıp yaşamayacağımızdır. O miktardaki gazı ülkemiz kendi üretiyor olsaydı da, üretimdeki o boyuttaki bir aksaklık, sanayiye gaz arzında sorunlar yaşanmasına sebep olabilirdi. Dolayısıyla, buradaki temel sorun, gazı ithal ediyor olmamızdan ziyade, şebeke içi esnekliğimizin yetersizliğinden kaynaklanmıştır. Kaldı ki, hem İran hem de yaptırımlarla artan şekilde Rusya’nın, dünya ekonomisine Türkiye üzerinden eklemlenmesiyle, ilişkilerin her iki tarafı da, diplomaside kısımlaştırmayı tercih ederek, ekonomik faydaları öncelemeyi ve jeopolitik rekabeti geri planda tutmayı yeğlemekte.

Rusya-Ukrayna savaşının da kısmi etkisiyle, Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) ithal ettiği LNG miktarı ciddi ölçüde artmış durumda. Türkiye’nin Azerbaycan’dan ithal ettiği gaz, yıllık tüketiminin %15’ine tekabül ederken, ABD’den ithalatı da, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu verilerine göre yılın ilk 5 ayında, önceki yıla göre iki kattan fazla artarak tüketimimizin %15’i seviyesine ulaşmıştır. Rusya’nın dünya enerji piyasalarındaki nüfuzunun baskılanması maksadıyla enerji ihracatını daha da artıran ABD, bilhassa savaşla birlikte, Rusya’ya bağımlılığı yüksek olan Avrupa gibi müttefiklerine olan gaz sevkiyatını artırmaya odaklanmıştır. Bu durumda, ABD’nin Avrupa ülkelerinin LNG taleplerine öncelik vermesi, Türkiye gibi ülkelere daha az gaz kalmasına yol açabilir. Diğer taraftan, Rusya’ya karşı küresel gaz arzını artırmaya odaklanan Batı ittifakının, Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının da, Türkiye’nin de dâhil olduğu projelerle değerlendirilmesi yönünde değişen tavırları, ülkemize bölgede önemli jeopolitik avantajın yanı sıra, ciddi iktisadi menfaat de sağlayabilir.