6’lı masayı hiçbir şey bitirmezse bu aday olma tantanası bitirecek. Çünkü birbirlerini itip kakarak, ezip geçerek ve gözden düşürmeye çalışarak adaylık yarışında diğerlerini nasıl saf dışı bırakabilirim hesabı güdüyorlar.

Devalılar Ali Babacan’ı, Gelecekçiler Davutoğlu’nu, İP’liler Akşener’i, CHP’liler Kılıçdaroğlu’nu, yani herkes kendi muhitinin sözcüsünü aday yapma telaşındadır.

Dikkat çekici bir nokta var, o da aday profilinin “kim olabilirden” daha çok, “kim olmazdan” yola çıkarak tanımlanmaya başlanmasıdır.

İP’li Koray Aydın’ın, Kemal Kılıçdaroğlu’na “Kazanamayacak aday” göndermesi yaptığını görmüştük. Şimdi de kazanamayacak aday tartışmasında sıra mezhepsel farklılıkların kabartılmasına kadar uzandı.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun alevi inancına sahip olması cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefet için bir dezavantaj olarak addediliyor.

Bu sözler memleketin gerici ve yobaz diye yaftalanan kesiminden değil ileri geçinen kafalarından dökülüyor.

Bir taraftan liyakat çığlıkları atan muhalefet, bürokraside, yönetimde, devlet memuriyetinde mezheplerin, tarikatların, şunun bunun değil işinin en iyi yapanların görevlendirilmesini savunurken diğer taraftan Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önüne mezhepsel bir engel çıkarıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye’de en çok tartışılan isimlerden birisidir. Fakat alevi olduğu, Tuncelili olduğu ya da bıyık bırakıp gözlük taktığı için değil cumhuriyetin kurucu partisinde ulusal birliğe zararlı faaliyetlerde bulunduğu için tartışma konusu olmaktadır.

Cumhuriyet tarihinde kökeni ve mezhebinin ne olduğu sorgulanmaksızın başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı makamına kadar çıkan isimler vardır. Toplum bunların hiçbirisinden rahatsızlık duymamıştır. Bu farklılıklar Türk milletinin kültürel zenginliğidir. Bu kültürel zenginliği dışladığınız anda 84 milyona birden Türk milleti adını koyabilme imkânını zaten kaybediyorsunuz.

Kılıçdaroğlu’nun veya bir başkasının etnik veya mezhepsel kökeni dolayısıyla aday olmaması gerektiğini ifade etmek toplumun bir hassasiyetine kulak kabartmaktan çok, dini değerleri siyasi hesaplara alet etmeye benziyor.

Gerçekten kazanacak bir aday çıkarabilmeyi istiyorlarsa ve bu yolda en ince detayları bile hassas teraziye çıkarma titizliği güdüyorlarsa PKK’nın siyasi şubesiyle işbirliğine girmenin onlara neler kaybettireceğini neden hesaba katmıyorlar?

Muhalefetin terazisi bu kadar hassassa, binlerce vatan evladının katil zanlısı durumundaki HDP’ye bakanlık vermenin, “Özyönetimi inşa edeceğiz”, “Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz” diyen bölücüyü hapisten çıkarmanın, onunla kahvaltı yapma hayalleri kurmanın bu terazideki ağırlığı ne?

Ama yazının başında ifade etmeye çalıştığım gibi kendi aralarında aday belirleme kavgasına tutuşmuş olan muhalefet, kimin seçilemeyeceğini tartışma konusu haline getirirken tüm değerleri istismar yakıtı olarak kullanabilme potansiyelindedir.

Onların bu adaylık hırsı, sadece kendi yapay ittifak düzenlerini çökertecek kavgaları tetikliyor olsa umurumuzda olmayabilir. Fakat adaylık kızışması 6’lı masadan muhalefet belediyelerine kadar geniş bir yelpaze içerisinde etkinlik kazandıkça bunların idaresi altındaki vatandaşlar da mağduriyeti en dibine kadar yaşıyorlar.

İstanbul kar altındaysa Mansur Yavaş’ın ismi yükseliyor ve onun taraftarları seviniyor. Ankara sele boğulurken gözler İmamoğlu’na çevriliyor, bu sefer de onun yandaşları adaylık hayallerine kapılıyor. Olan yine günler öncesinden haber verildiği halde kar altında kalan ve Haziran yağmurunda sele kapılan vatandaşa oluyor.

Bu adaylık hırsı muhalefeti her anlamda bitirmiş görünüyor. Ne belediyeleri hizmet verebilir bir halde ne de muhalefet siyasetçileri akıl sağlıklarını muhafaza edebilme noktasında.