Dün dar ufuklarda siyaset güdenler, bugünleri akıllarına sığdıramıyordu. Uygarlığın anavatanında, üzerimize serpilen kara bulutları sahiplenip batıdan doğurulan yapay güneşten medet umarak doğudaki hakikate “hayal” dediler. Bir ailenin buluşması ütopik geliyordu onlara… Bilirkişiydiler, kendi değimleriyle “realistler”. Bugün, o dar ufuklu küçük insanların ufku gerçeklerle yırtıldı ve o çok bilir(!) kişiler tarihe gömüldüler.

O gömüldükleri tarihe bir bakalım:

Hayalperest(!) Enver Paşa, Türkistan’ı bir ahtapot gibi saran Sovyet Rusya’yı önce kalbinden vurmak için bölgeye Türk ajanları göndererek isyanları teşvik etmişti. Sonra ise Anadolu’dan Türkistan’a açılan kapıya konuçlanmış olan Rusları, Kafkas Cephesinde Allah-u Ekber Dağlarını aşarak aklından vurdu. Bu durum, dar görüşlü ve kısa vadeli sonuçlara odaklı olanlar için bir hezimetti. Ancak büyük zaferler risk alarak kazanılır, kısa vadede kayıplar yaşanır ve bu da aslında göze alınandır. Günü tahlil edemeyen ve yarını da tahayyül edemeyenler için sonuç, kısa vadede karşılaşılan zorluklardan ibarettir. Onlar günün çığırtkanı olurlar. Bu dün de böyleydi bugün de böyle, bakınız: Dolar meselesi. Ancak düne hakim, bugünü çözümleyen ve yarını görebilenler sonucu kısa vadede aramazlar. Çünkü zaferin bir tohum olduğunu bilirler, ekildiği anda biçilemeyeceğini bilirler, yarınlarda fidan verip yeşereceğini bilirler… Özetle uzun yollar bir günde kat edilemez. Bu sözlerin hem dün için, hem bu gün için, hem tarih için hem ekonomi için geçerli olması çok acı… Zaman ilerliyor, vaadini dolduruyor ama sesi çok çıkan içi boş insanlar içini ısrarla doldurmuyor.

Neyse ki yarınlar, boş tenekelerin gürültüleriyle değil hayallerin gerçeklik tınısıyla yükseliyor. Tarih yanıltmaz. Enver Paşa’nın zihniyle, bedeniyle ve en sonunda da Türkistan’a gidip şehadet şerbetini içerek ruhu ile kazandığı zafer; tarih şahitliğinde ayandır. Anadolu’dan Kafkaslara ve Türkistan’a varan yol kısa değildi, uzun vadede kat edildi. Gönderilen Türk ajanlar, Kafkas Cephesi, Basmacılar Harekatı ve Çeğen Tepesi’nde şahlanış; ard arda atılan bizi bugünlere vardıran adımlardır. Bu adımların önünü göremeyenler, hezimet der. Ama koparılmaya çalışılan aile bağları, zapt edilen TURAN yolları bu adımlarla açıldı ve inançla onarıldı.

Sovyetler yıkıldı, Türkistan parçalı bulutlu dağıldı. Türkiye yıkılan kasvet duvarları ardından adımlarını meşrulaştırdı. TİKA ile resmi bağlar kurdu, aile olmanın gerekliliği yapıldı. “Dünyanın Kalpgah’ı” diyerek göz dikip kan damlattıkları Türk yurduna, Türkiye pansuman yaptı. Bağımlı bir bağımsızlıkla, Stockholm sendromuna kapılan Türk Devletleri’nin kırılmış cesareti onarıldı. Önce, soy birliğinin sedası olan dil ile ikrar edildi. “Türk Dili Konuşan Devletler” olarak hasret giderildi. Sonra, “Türk Keneşi” olarak akılda buluşuldu. Şimdi ise “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak aile birliğimiz, küresel arenada meşruiyet kazandı. ‘Türk Keneşi, TURAN’ın meşruiyetidir.’ başlığı altında bu günleri konuşmuştuk, şimdi yaşıyoruz.

Öncelikle Türk Devlet Teşkilatları ismi, uluslararası arenada taşındığı konumdan ziyade sosyolojik ve psikolojik olarak da çok önemli… Ortak nokta olarak “dil birliği”nde dahi çekinerek buluşan devletler, bu gün gelinen noktada, bir Türk Devleti olduklarını yeniden kabullenmiş. Aile birliğinde şifa bulunmuş, Stockholm sendromu aşılmış. Bölgede, Kızıl Rusya’nın kanlı baskısı altında gölgelenen Türk kimliği bendini aşmış, yarınlara taşıyor.

Milliyetçilikten uzak olanları zaten tenzih ediyorum. Kendini milliyetçi olarak tanıtıp da TURAN’ı ütopik bir hayal olarak tanımlayanların, tenzih edilenlerle aynı safta olarak tarihe gömülüşünü izlemek oldukça keyifli… Fikirlerini, kabul görme kaygısı ile üretenler kabul görülmeye çalıştıkları kapının eşiğine sıkışıp kalırlar. İşte böyle… Bir realizm furyası vardı, cümlelere realizm kelimesini yerleştirip milliyetçilerin yegane Kızılelma’sını tatlı bir hayal olarak ifade etmek ve sloganlara sıkıştırmak pek bir modaydı. Öyle ki kurt postlu çakallar da kabul görürlük almak için böyle çok cümleler kurdu. Kendini milliyetçi kesimin aydını ilan etti… Her şeye muhalefet, her şeye eleştiri, dar bir dünyada sıfır çaba… Sırt çevirdikleri gerçekliğin güneşi, dar ufuklarını yırtarak kendini gösterdi. Ama hani saymazlar bunu… Muhakkak muhalefet olacak bir şey uydururlar, tek meziyetleri… “Biz hala Türkeşçiyiz” derler ama Başbuğ Türkeş’in asıl hedefinin, fikirlerin iktidar olması olduğundan bi haberdirler. Çünkü onlar için iktidar bencil bir hevestir, milliyetçilik ise üzerlerine giydikleri bir bukalemun derisi…

Elbette ki TURAN kuruldu ve oldu bitti değil. Süreci iyi okumak lazım. Bu sadece ütopik görülen TURAN’ın meşruiyetidir. Bundan sonrası TURAN’ın tüm gerçekliğiyle, hayata adım adım geçmesi, küresel arenayı arşınlamasıyla olacak. Büyük bir set yıkıldı, imkansız mı kaldı ..? Birlik kuruldu, sancak çekildi, ilan edildi. Uzun vadeli anlaşmalar imzalandı ve birlikte hareket etme sözü verildi. TURAN vatandaşı neden olmasın..?

TURAN Para Birimi neden olmasın..? Coğrafi konumlar stratejik önem taşıyor, enerji kaynakları desen hakeza… Hafızalarda tarihsel bir güç algısı da var ki bu güce nice setler çekildi ama bugün bu güç engel tanımadan rüştünü ispatlıyor… Her şey olabilir, olan da olacak olan da Kutlu Olsun! Hala Metehan’ın gelip karaları birleştirmesini mi bekliyoruz, çağın TURAN’ı budur.