Aile, toplumun değer yargılarının inançlarının gelenek ve göreneklerinin gelecek kuşaklara aktarıldığı yerdir. Hem toplum hem de birey için çok önemlidir. Nitekim Anayasa’nın 41. maddesinde, “Aile Türk toplumun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması (…) tedbirleri alır” hükmü yer almıştır. Türk kültüründe yer alan, toplumun temeli olan aile ile ilgili anlayış Anayasamızda da bu şekilde düzenlenmiştir. Böylelikle anayasal temel ve güvence de sağlanmıştır. Anayasa koyucu bu hüküm ile toplumdaki dirliğin, düzenin ve barışın sağlanmasında etkin rol oynayan, toplumun gelişme ve ilerlemesindeki en önemli müessesenin aile olduğunu ortaya koymuştur.

Aile toplumun temel taşıdır. Toplumun sağlam bir yapıya sahip olması ve sosyal düzenin de güçlü bir şekilde oluşmasını sağlar. Her birey ilk olarak eğitimini ailede alır ve bu aldıklarını da toplum değerleri ile pekiştirerek hayatını sürdürür. İnsanın genel yapısını ve başarısını oluşturan, doğrudan sonucu belirleyen müessese ailedir. Aile, toplumun kültür değerlerinin bir kuşaktan diğerlerine aktarılmasında büyük bir role sahiptir.  Türk toplumları tarih boyunca aile kurumuna özel bir hassasiyet göstermiştir. Aile içinde de en önemli varlık kadındır. Birçok toplumda olduğu gibi bizim kültürümüzde de ailenin sosyalleşme sorumluluğu kadının/annenin üzerindedir. Anne hem aile içinde sağlıklı bireyler yetiştirmiş hem de toplumun sağlıklı bir yapıya kavuşmasına hizmet etmiştir. Kadın ailenin temel direği, toplumun aynası, geleceğin ümit ateşi olmuştur. Çünkü kadının olduğu yerde fedakârlık, sağduyu ve sabır hakimdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile birlikte kadının hakları ve yükümlülüklerinin belirlenmesi önem arz etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türk kadınının siyasal ve sosyal haklarını kazanmasını sağlamak için birtakım inkılaplar gerçekleştirmiş, barış ve güvenlik için kadının örnek olmasını ve iş hayatında aktif olarak yer almasını istemiştir. 1930 yılında Belediye Kanunu ile kadınlara, belediye meclislerine üye seçme ve seçilme hakkı verilmiş, 1934 yılından itibaren de kadınlar bu hakkı kullanmaya başlamışlardır. Dünyada ilk uluslararası kadın kongresi 1935 yılında Atatürk’ün himayesinde İstanbul’da toplanmıştır. 1926 tarihli Medeni Kanun ile de kadının aile içinde konumu, hak ve yükümlülükleri belirlenmiş, ancak Kanunun 76 yıllık yürürlük sürecinde birçok hüküm de eleştiriye maruz kalmıştır. Bu gerekçelerle 2002 yılında Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girmiş ve kadının hak ve yükümlülükleri çağın gereklerine göre yeniden düzenlenmiş, kadının korunması yönünde birçok değişiklik yapılmıştır. İnsanoğlunun bir arada yaşama, yardımlaşma, dayanışma, güvenlik içerisinde hayatını devam ettirme duygu ve beklentisi aileyi ortaya çıkarmıştır. Bütün kültürlerde sosyal bünyenin en küçük ve en önemli yapı taşı aile olmuştur.

Kişinin toplum içerisinde şekillenmesinde içinde bulunduğu aile müessesesi önemli bir rol oynamaktadır. Aile, çocuğun güvenli gelişimi için oluşmuş en ideal ortamdır. Çocuk nasıl bir aile içerisinde dünyaya gelmişse topluma da o ailenin sahip olduğu kültür, değer ve anlayış yansır. Şayet aile içinde sorunlar, pürüzler, aksaklıklar varsa bunlar zamanla topluma yansır, yaygınlaşır ve dejenere olmuş bir toplumun ortaya çıkması da kaçınılmaz olur. Milli birlik ve beraberlik içinde hareket etme ruhu da kaybolmaya başlar.  Sağlam bir değer yapısına sahip olmayan toplumlar dağılmaya, yok olmaya mahkûmdur.  Toplumların sosyal düzen içerisinde yaşamını sürdürmesinde ailenin önemli bir rolü bulunmasına rağmen her toplumun kendine göre farklı aile anlayışları oluşmuştur. Özellikle bireylerin aile içi fonksiyonları itibari ile toplumların aile anlayışları birbirinden farklılıklar göstermiştir. Bu konuda antropologlar, etnologlar ve sosyologlar yaptıkları araştırmalar neticesinde farklı aile tipolojileri tespit etmişlerdir. Bu tipolojiler temelde ata erkil – ana erkil yapılar şeklinde kurgulanan aile yapılarını karşımıza çıkarmıştır. Türk aile tipolojisi konusunda özellikle Ziya Gökalp, Abdülkadir İnan, İbrahim Kafesoğlu, Bahaeddin Ögel, Orhan Türkdoğan gibi bilim adamlarının tespitleri önemlidir.

Türk ailesi kültürel özellikleri açısından tarihte eşine çok az rastlanan bir yapıya sahiptir. İslam öncesi, İslamiyet dönemi ve batı medeniyeti ekseninde olmak üzere üç aşamalı bir süreç geçirmiştir. Türk aile yapısının şekillenmesi bu süreçlerde gerçekleşmiştir. Türk aile yapısının bugünkü şekline İslamiyet dönemi ve batı medeniyetinin etkisinin büyük olduğunu görmek mümkün olsa da İslam öncesi dönemin de Türk tarihi açısından göz ardı edilmesi mümkün değildir. Gerçekten de Türk aile yapısının temel dinamiklerini İslam öncesi Türk kültüründe aramak mümkündür. Türkler daha miladın başlarında bile kültürel olarak millet mefhumu ile hareket eden bir yapıya sahiptirler. Buna göre eski Türk ailesinin kan akrabalığına dayandığı, kendine özgü bir “pederî aile” tipinin bulunduğu, küçük ve dar bir aile yapısının egemen olduğu, kadının baba evinden getirdiği çeyizin yegâne sahibi bulunduğu, kadının aile içerisinde hür olduğu, kadının ve çocuğun korunması, bunların törece güvence altına alınması gerektiği görülmektedir. Diğer topluluklarda görülen yakın akraba ile evlenme, aile içerisinde çocukların öldürülmesi, alınıp satılması ve kız çocuklarının diri diri gömülmesi eski Türk ailesinde görülebilir bir durum değildir.            

İnsan soyunun geleceğe temiz ve pak olarak taşınabilmesi için de aile zorunludur. Türk’ün töresinde ve tarihinde hep böyle olmuştur. Köken mitleri, kimi destanlar ve Göktürk Abidelerinde yer alan ifadeler Mavi Gök ve Yağız Yer’in birlikteliğinin görünümüdür. Gök babadır, yer anadır. Türk aile yapısı da bu inanç üzerinde şekillenmiş, özü böyle oluşmuştur. Baba evin çadırı, ana ise direğidir.

Aile müessesesi ile ilgili net bir tanımlama yapmak güçtür. Öncelikle aile kelimesinin Türkçe bir kelime olmadığını ifade etmek gerekir. Aile karşılığında Türkçede “evlenme” kavramı kullanılmaktadır. Dedem Korkut, “oğlu olan evlendirir, kızı olan göçürür” demiştir. Esasen aile, evlilik ve hısımlık ilişkileriyle birbirine bağlı bulunan kişileri kapsayan bir kurumdur. Aile ile ilgili hangi tanım yapılırsa yapılsın iki ana unsurun varlığı esas alınmıştır. Bunlar kadın ve erkektir. Aile, farklı cinsten iki kişinin birleşmesiyle ortaya çıkan bir kurum olmasına rağmen ataerkil toplumlarda genellikle erkek ön plâna çıkmaktadır. Kadın geride kalmaktadır. Ancak, zaman zaman ikinci plâna itilse de, insanoğlunun yaratılışından bu yana kadın, hayatın iki temel direğinden biri olmuştur. Kadın hep önemsenmiştir. Ailenin oluşumunda da temel unsur olarak görülmüştür. Bununla beraber bazı eski toplumlarda kadın, hak ettiği değeri elde edememiştir. Örneğin Hintliler ve Sümerler'de evde mutlak hâkim sadece kocadır. Eski Yunan'da da kadın aşağılık bir yaratık gibi görülmüş, hatta bir eşya gibi alınıp satılmıştır. Roma’da kadının hem hak hem fiil ehliyeti kısıtlanmıştır. Kadın evlilik yaptığında, hak ehliyetini ve malvarlığını kaybederdi. Kadının kocası, onun üzerinde hukuken egemenlik hakkına sahip olmakta idi. Erkek egemen güç idi. Kadın kamuda görev alamazdı. İslamiyet’ten önceki Arap kabilelerinde de durum hiç iç açıcı değildi. Kadına bir insan gözüyle bakılmıyor, kız çocuğu babası olmak bile küçümseniyor ve bu yüzden bazı babalar kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürüyordu. Cahiliye dönemi olarak kabul edilen dönemde kadın çok kötü durumda idi. Bütün bunların aksine, eski Türklerde kadının ailede ve toplumda saygın bir yeri vardı. Kadınlar, birçok konuda erkeklerle aynı haklara sahipti. İslâm öncesi Türk toplumundaki bu durum, İslâm sonrası Türk toplumlarında da aynı şekilde devam etmiştir.

Gelişmiş toplumlar aile yanında en önemli varlık olarak kadına ayrı bir değer atfetmişlerdir. Bu hususta gerekli düzenlemeleri yapmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 41. maddesinde güçlü bir devletin ve toplumun oluşmasında ailenin önemini ve bunun için Devletin aile ile ilgili sorumluluğu vurgulanmıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 16. maddesinde de, ailenin, toplumun doğal ve temel öğesi olduğu belirtilmiştir. Anayasamızın 41. maddesi de geniş ölçüde bu Bildirge'nin 16. maddesinde yer alan düzenlemeden ve anlayıştan esinlenmiştir.

Türk Medeni Kanunu’nda 2002 yılında yapılan değişikliler ile Kanun’un kadın erkek eşitliğine aykırı düzenlemeler içerdiği eleştirisine son verilmiştir. Aslında bu eşitliğin sağlanması ile birlikte kadın ve erkeğin birbirinin zıddı değil, tamamlayıcısı olduğu gerçeği de ortaya çıkarılmıştır. Kanun’da evlilik birliğinin mutluluğunu birlikte sağlama, çocukların bakımı, eğitimi ve gözetimini beraberce gözetme yükümlülüğü yer almıştır. Aynı şekilde, evlilik birliğini beraber yönetecekleri, kimsenin oyunun üstün olmadığı, meslek ve iş seçiminde evlilik birliğinin menfaatlerini korudukları sürece izin alma gibi bir zorunluluğun bulunmadığı, aile konutu üzerinde eşlerin hakları ve evlilik birliğinin temsilinden kaynaklanan sorumlulukları düzenleme altına alınmıştır. Evliliğin sona ermesi halinde, evliliğin devamı sürecinde edinilen mallar yarı yarıya paylaşılacaktır. Özellikle kadın, kanuni mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi ile daha da korunmaya çalışılmıştır.