Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin Müslüman Türk milletiyle yeniden buluşmasını hazmedemeyen iç ve dış mihrakların artık susmaları ve kendi işlerine bakmaları hayırlarına olacaktır. Karar verilmiş, cami ibadete açılmış ve konu kapanmıştır. Türkiye egemen bir devlettir ve haddini aşan değerlendirmeleri anlamamız, kabul etmemiz veya sessiz kalmamız hiçbir şekilde mümkün değildir. Nitekim, herkese hak ettiği cevap en uygun şekilde verilmektedir.

HERKESE KARŞI SORUMLUYUZ

Kurban Bayramı’nın manevi iklimini yaşamaya başladık. Ramazan Bayramı’nı evlerimizde geçirmiş ve buruk şekilde kutlamıştık. Şimdi herhangi bir kısıtlama yoktur. Ancak, bu her şeyin bittiği ve artık istediğimiz gibi hareket edebileceğimiz anlamına gelmiyor. Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, bütün yetkililerden ve uzmanlardan çok hayati uyarılar yapılmakta, maske, mesafe ve temizlik kuralının önemi hatırlatılmaktadır. Ayasofya Camisi’nin ibadete açılması vesilesi ile Türk ve İslam düşmanlarının nasıl aportta beklediklerini ibret verecek biçimde bir defa daha gördük. Sadece kendimize karşı değil, başta ailemiz ve yakınlarımız olmak üzere, bizi seven, bize inanan, bize güvenen herkese karşı sorumluyuz. Tökezlememizi, düşmemizi, kaybetmemizi bekleyenleri sukutuhayale uğratmak, her Türk vatandaşının görevidir.

NE YAPACAĞIMIZA BİZ KARAR VERİRİZ

Ayasofya ile tekrar buluşmak, bu güzel ve mübarek bayramımıza ayrı bir hava ve heyecan katmıştır. Bütün camilerimizde bayram namazı kılınacaktır. Ayasofya’da bayram namazı muhteşem bir olay. Yunanistan’ın şuursuzluğu, matem havasına bürünmesi bizi hiç ilgilendirmediği gibi, bu zavallı durumlarına biraz da hayretle bakıyoruz. Ayrı bir devletin kendi egemenliğimizi nasıl kullanacağımıza bırakın müdahil olmaya çalışmasını, tek bir söz söylemeye bile hakkı yoktur. Bu bahane ile Türk bayrağına yapılan saldırılar şerefsizliktir ve bunu yapanlar Türk milletinin gazabına uğramaları durumunda ne hallere düşeceklerini unutmamalıdırlar. Unutanlar da tarihe bakarak akıbetlerinin ne olacağını görmeli ve anlamalıdırlar. Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’deki çığırtkanlığı ve tahrikleri de içinde bulundukları çaresizliğin tezahüründen başka bir önem ve anlam taşımamaktadır. Türkiye’nin bu tür oyunlara hiçbir şekilde izin vermeyeceğini, gerektiğinde bedel ödeteceğini öğrenmeleri herkesten önce kendilerinin menfaatine olacaktır. Bunlar ne bir tehdittir, ne de hamasettir. Sahada karşılığı olan, kesin ve değişmez gerçeklerdir.

ÜLKEYE KÖTÜLÜK YAPAN SORUMSUZLAR

Gelelim bir türlü dinmeyen, kasıtlı olarak köpürtülen Diyanet İşleri Başkanı’nın cuma hutbesine. Sayın Devlet Bahçeli’nin bu konudaki açıklaması bütün tartışmaları bitirecek kadar sarihtir. “Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin minberinde yaptığı değerlendirmeleri bağlamından koparıp Atatürk’e lanet şeklinde tavzih ve tevil edenler, bu ülkeye en büyük kötülük yapan sorumsuzlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi, ilk Cumhurbaşkanımız, istiklal mücadelemizin Lideri ve Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, bu topraklarda lanet okuyacak bir hayasız ve hamiyetsiz henüz anasından doğmamıştır.” Hâlâ anlamayan, hâlâ bu mesele üzerinden bir fitne, bir ayrışma peşinde olan varsa, dönsün bu cümleleri bir defa daha okusun ve artık haddini ve hududunu öğrensin.

BOŞUNA ÇIRPINIŞLAR

Atatürk’e bırakın lanet okumayı, dil uzatmak bile ahlaksızlıktır, alçaklıktır. Sayın Bahçeli’nin bu konuyla ilgili değerlendirmesini bir defa daha ve altını çizerek hatırlatalım: “Atatürk’e hakaret ve hıyanet, vatan hainliğidir. Herkes susup seyretse bile böylesi bir rezilliğe Milliyetçi Hareket Partisi’nin sessiz kalması, seyirci olması varlığını inkârdır. Aziz Atatürk’e lanet değil, rahmet okunur, dua edilir, minnet, şükran hisleriyle muhterem hatırası yad edilip emanetlerine sahip çıkılır. Atatürk’e lanet okunduğu yalanıyla imal ve inşa edilen kutuplaşma zalim bir bölücülüktür, Türkiye’yi uçuruma çekmenin zehirli hazırlığıdır. Lekeli dostlarıyla iktidar olmak için hedef koyan CHP’nin, arada ve arafta kalmanın sancısını çeken İP’in, kendilerine bizzat Cumhuriyet’in bekçisi rolü vermiş kişi ya da grupların Atatürk ve laiklik üzerinden yeni bir mevzi arayışları boşuna bir çırpınıştır.

FATİH NEYSE, ATATÜRK ODUR

Sayın Bahçeli tarafından, Ayasofya üzerinden Fatih Sultan Mehmet ve Atatürk’ü karşı karşıya getirmek isteyen, laiklik tartışması başlatmaya çabalayan ve hilafet hayali kuran densizlere de anlayacakları dilden bir cevap verilmiştir; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 29 Ekim 1923 kuruluş ruhuna aynen bağlı ve sadıktır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin iftihar ve itibar zirvesidir. Hiç kuşku yok ki, İstanbul’u fetheden yüksek iman kadar işgalden kurtaran muhteşem irade de değerlidir, yok sayılması düşünülemeyecektir. Şayet Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nden ezanlar yükselip tevhid inancımızın sancağı dalgalanıyorsa bunun şeref payesi hem Fatih Sultan Mehmet Han hem de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tedir. Fatih neyse, Atatürk odur. Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin ibadete açılmasına Ortaçağ çamuru sıçratmak, cumhuriyetin ve laikliğin cenaze namazı yaftası vurmak vesayetçi bir dil, mütehakkim bir dayatma, nifak saçan bir ağızdır. Hilafet tartışmalarını böylesi nazik bir ortamda kızıştıranlar ise Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük bir bühtan içindedir. Bu mesele kapanmış, tartışmaların üzeri küllenmiştir. Yeniden hilafet demek yeni bir cepheleşme, önü arkası kestirilemeyen iç kargaşa demektir. Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur.”