Bizimki kara sevda… Melankoli, tutku veya heves değil…

Bizde yiğidin hasına “deli” derler ya, işte öyle, “Ha ekmeğini yemişim, ha uğruna kurşun” deliliğinde…

Bir Türk milliyetçisi olarak “aşk”la yoğrulmuşuz… “Sevi”siz, “sevda”sız olmayacak iş Ülkücülük…

Kâh yârdir, kâh sevgili, kâh yâren, kâh yoldaş, eş, canan, kâh anadır atadır, vatandır, davadır aşk…

Kâh hüzünlü bir çift göz, kâh güm güm atan yürek, kâh saçının teline tutulduğumuz nazenin, kâh kırdaki papatya, kâh daldaki saka, kâh yuvanın ağzındaki karınca, kâh şarıl şarıl çağlayan ırmak, kâh başımızda esen yel, kâh semadaki yıldızdır aşk…

“Sevda” dediğin ansızın çıkagelir… Yaşına başına bakmaz, insafı falan yoktur bu mübarek derdin… Gelip “solyanın”a bağdaş kurup oturur… Randevusuz, davetsiz “pat” diye!

*

Gecelerimiz bayram yerine döner, gündüzlerimiz ise postacının getirdiği karanfilli mektupla ebemkuşağına…

Biz Anadolu’nun karayağız çocukları, yanık sevdalarla kavrulur, ne edeceğimizi bilemeyiz...

Ülkü denen nazlıya yanar tutuşur, dellenir; yurt dediğimize, bayrak dediğimize bağlanır, sevdiceğim diye böğrümüzde taşırız…

Koca yüreklidir Ülkücü… Vatan da, sevdiği de güm güm atar içinde…

Yâr dediğin bazen hüzün, bazen gözyaşı, bazen sevinç, bazen cansuyu…

İflah olmaz gönül, dâra düşer, çileye, acıya, hasrete rıza gösterir… Candır yâr, deli damarlarımızda dolanan canandır!

Ülkücü dediğin yaman sever…

Bir aşk uğruna “yağlı urganlara rıza gösterdi” nicemiz…

Çoğumuzun vuslatı kıyamete kalmıştır, biliriz… Kimimizin hasreti de yeryüzünü cennet eyler! Öyle bir “ilahî muhabbet” işte!

*

Aşk dediğimiz delilik zaten… Fermansız, amansız…  Zamanenin “magazin”e dönmüş heveslerinden değil...

“Namus”tur aşkı Ülkücünün… “Güzel ahlâk”tır… “Sevginin töresi”dir geçerli olan… Koruyup kollanan, “sır küpü yüreğimiz”de ipeklere sarıp sarmalanan, esen yelden sakınılan “mühür gözlü”dür sevgili…

“Yola çıktığını yolda bulduğuna değişmek” zulümdür bizde…

Cüzdanımızdaki resim, secdede Tanrı’ya vuslat duasıdır…

Mektepte, askerde, nöbette, alınterinde hep bize “yoldaş”

Yâr bellemişiz “ümidi”, gülyüzlünün “gülümsemesi”ni, Turan’ın “muştusu”nu, “lambadaki alevi üşüten” hasreti… Kor düşünce içine, kâğıda kaleme sığmaz olur yüreğin…

Kendinden vazgeçersin… İlmek ilmek emek verir büyütürsün sinende…

Bir tatlı kelam “cansuyu” olur ruhumuza… Tanrı rahmetini yağdırır kimsesiz davamıza… Kutlu davanın beyi başımızda… O da Türklüğe kara sevdalı…

Başımızı döndürür, ayaklarımızı yerden keser, küllenen aşk alevlenir!

*

Güvendiğimiz dağlara kar yağar arada… Kimselere diyemezsiniz… Yetim kalır yürek… Yalnızlık zifiri karanlığa döner… Olsun, sevda kısmettir, yılmaz, vazgeçmez, bırakmaz, terk etmez ve caymayız!

Sevda kuşu kanatlanıp gelir Kafdağı’nın ardından… Hüsnüyusuflar patır patır açıverir!

Bir aşka yanarsın, yanış o yanış… Tanrı merhamet eder, kullar acır, vuslat hangi badem çiçekleriyledir bilinmez…

İç çekişler, yol gözlemek yer bitirir âşığı… Adamın gözlerinin feri solar, için içini yer, unutamazsın; aşk, dergâhta çileye soyunmaktır…

Biz delice bir aşka düşmüşüz… Özlem kavurur ciğerimizi…

Mapusları, yağlı urganları göğüsledik de bu hasreti nereye koyacağımızı bilemedik, affet bizi ey sevgili…  Bekle ey “gönlümüzün şifası”, bekle Ankara, sevda nelere kadirmiş görelim!