İçimize işleyen zemheride, ayazda kalmış sözcüklerim ve ne söylesem kifayetsiz kalacak cümlelerim için öncelikle özür dilerim…

Geceyi ay, günü güneş aydınlatır; 6 Şubat 2023 gece yarısında ayın ışığı kesildi, doğan güne güneş yetmedi… Zaman 04.17’de durdu, sanki akrep ve yelkovanın takati kesildi yahut akmaya utandı… Bastığımız toprak beşik oldu, acı acı türküler yakıldı bağrımızda… Belki de toprak bizden incinmişti, incitti yüreğimizi… Hani bir yerimiz ağrıdığında canımız orada gibi hissederiz ya, içimiz sızlar. İşte memleketin canı 11 il oldu; Türkiye Kahramanmaraş oldu, Hatay oldu, Gaziantep oldu, Malatya oldu, Adıyaman oldu, Osmaniye oldu, Diyarbakır oldu, Kilis oldu, Adana oldu, Elazığ oldu, Şanlıurfa oldu… Bir şehir yıkılmadı, şehirler birbirinin üzerine yıkıldı… Hiç görülmemiş dev bir afet geldi “Asrın felaketi..!” yurduma kör hançerini batırdı.  Yer yarıldı, gök delindi, imkânlar imkânsızlaştı sanki şehirler ölümle kilitlendi… Memleketin canı büyük bir acıyla yandı, milletin yüreği sızladı… 81 şehir 11 şehre yükseldi, evet yükseldi çünkü bu matematikle açıklanamayacak bir birlik… Her şeyi ile uyuyup hiçbir şey olmadan uyananların her şeyi olmak için akın etti memleket…

Annesinin sıcak kucağında uykuya dalan bebekler, buz kesmiş ana kucağında, ağzında annesinden hatıra son süt damlası ile uyandı… Yutkunsa hiçbir şey kalmayacak geriye ama o süt bir yumruk gibi bizim boğazımızda kalacak, nasıl yutkunalım… Boğazımızda kalan yumru ile bu devlet asli vazifesini üstlendi, ana kucağı oldu…

Babalar son kez olduğunu bilmeden iyi geceler öpücüğü verdi, üstlerini örttü evlatlarının… Bir gece yarısı yorgan diye tavan örtüldü üstlerine, yorgan gibi ısıtmadı, buz kesti… Kış tüm şartları zaptetmişken millet battaniyesini alıp yolları aştı ve kışın ortasında cemre gibi düştü yüreklere… Memleket battaniye oldu sarıldı.

Uyuyup uyanmayanlar, uyanıp karanlığa kalanlar… Yarım kalan hayatlar, tuzla buz olan yuvalar… Gölgesinin düştüğü sokaklara yıkılan evler…  Artık o evi yuva yapmaya yetmeyen ama sanki yıkılan duvarların evvelinde bir yuva olduğunu unutturmamak için kornişe sıkı sıkıya tutunan perdeler…  Molozlar arasına saçılan fotoğraflar…  Enkazın arasından sıyrılan ama hayata tutunamayan cansız eller…  Ölümle hayat arasındaki eşiğe gelip bir canı o eşikten hayata atlatmak için yürekleri yırtarcasına,  “Sesimi duyan var mı?” diye bir avazda can arayanlar…   Yerin dibine göçmüş binalarda, üstüne yıkılan tüm duvarları aşarak bir el uzatılmasını bekleyen cılız sesler… O eli uzatmak için enkazın içine dalanlar, hiç tanımadıkları bir can için canını gözden çıkaranlar…  Bir yanda acılar, çok büyük acılar ve diğer yanda acıda buluşanlar, bir olanlar yani umutlar…

Zalim düşmanı, merhametli bir dost gibi dize getiren dev bir afet yaşandı. Elbette ki obur egosu ile kendi insanlığını yiyen paslı yüreklerin canı yanmadı. Elbette ki insanlığı buluşturan acılar, bir turnusol kâğıdı gibi insanlığından çıkanları çırılçıplak kenara ayırdı. Kimi popülerliğini beslemek için, kimi siyasetini güçlendirmek için insan suretinde insanlıktan çıktı ve gönlüyle bakanların gözünde çırılçıplak kaldı…  Onlar, ukala budalalardı ve bir zehir gibi yalanlarını yaygarayla acının ortasına saldılar… Can pazarında merhem diye zehir sattılar…  Onlar, aciz çığlıklarıyla acıların üzerine merdiven dayadılar… Acımızı kendilerine basamak yaptılar… Acının tam ortasında sözde Halil İbrahim sofrası kurdular ve gündeme egoları ile oturup acımıza kara gölgelerini düşürdüler… Afette kaybedilenleri umursamadan kazanabileceklerini hesapladılar… Bir dirhem merhem olmayı dahi düşünmeden acıya tuz bastılar… Afetin muhalefeti, acının siyaseti olur muydu..? Enkazın üzerinde tepinerek milletin malını yağmalayanlar ile afet anında koltuk derdine düşenlerin farkı ne..? Acı birleştirir ve birliği merhem eder; birliğe çomak sokanların, merhemi ziyan etmekten başka ne derdi olabilir ki..? Milletin yaralarının sarılması onların umurunda değil yaralar sarılmasın ki onların eline koz geçsin… Millete uzanan her eli kırmak istiyorlar çünkü dertleri millet değil… Onlar için millet sadece bir aracı, onların asıl amacı makamlar… Yüreğimizi zedeleyen depremzedelerin sesini bastırıyorlar, gözyaşımızı silip tüm bu acıların içinde yüzlerine tüküresimiz geliyor ama nafile elbette nafile… Şu satırları bu çirkin insanların gasbetmesine izin verdiğim için bir kez daha özür dilerim. Ne acımızı, ne merhemimizi, ne de memleketimizi gasbetmelerine izin vermeyelim…

Öyle büyük bir acı sardı ki memleketi, yüreğim yırtılsın istiyorsunuz ama hiçbir şey olmuyor. Sıcak bir yuvada olmaktan artık mahcubiyet duyuyorsunuz, uykular vicdan azabı oluyor, içtiğiniz su yüreğinize batıyor, acıtıyor… İşte o acıyı hissettiğimiz yerde, tüm bu mahcubiyetlerimizle hâlâ insanız ve birimizin acısıyla hepimizin canının yandığı yerde memleketiz… Acıya merhem ile umut ektiğimizde ise Türk’üz!  Bu merhametli fıtrata sadık kalmak duası ile… Aziz milletimizin başı sağ olsun, rahmet olsun, canlarımızın ruhu şad olsun.

**Dirileceğiz; bebeklerin beşiğinden, çocukların yüreğinden, acıların eşiğinden umutlarla doğrulup birlikte dirileceğiz… Canlarımızı can verene itikatla teslim edip, sabırla tutuşup, rahmetle köz olup bir elimiz taşın toprağın içinde, bir elimiz bağrımızda kalacak ama dirileceğiz!**