On altıncı yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı ekonomisinde tarımın temel direği “tımar” sisteminin çeşitli iç ve dış etkilerle bozulmaya başlaması ile ortaya çıkan, artarak da devam eden gerileme 19. yüzyılda da etkisini sürdürmüştür. Ekonomi ile siyaset ayrılmaz bir bütün olarak tarımı da çökertmiş, alınmaya çalışılan tedbirler başarılı olamamıştır. Dolayısıyla “Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilen tarımın yapısı her bakımdan geri bir özelliğe sahiptir.” Savaş yıllarının olumsuz etkisiyle tarım âdeta bir enkaz durumunda iken devralınmıştır.

Türk tarımının durumu savaşlar sırasında nüfus ve insan gücü başta olmak üzere tarımsal faaliyetin zorunlu unsurları büyük bir gerilemenin içindedir. Nüfusun, “Misakımilli” sınırları içerisinde cinsiyet, yaş grupları ile diğer toplumsal ve ekonomik nitelikleri yönünden dağılımını tahmin şeklinde de olsa bilmek söz konusu değildir. Savaştaki kayıplarımız, 18- 35 yaşları arasında erkek iş gücünde büyük bir gerilemeye yol açmıştır. Dolayısıyla toplumda, üreticiler aleyhine denge bozulmuştur. Yedek subay kaybından dolayı da eğitim görmüş insan kaybımız da oldukça fazladır. Ordu Sağlık Bürosunun raporuna göre: Köylerin yüzde 80’i sağlığa uygun olmayan çevrelerde kurulmuş. Halkın yüzde 14’ü sıtmalı. Frengi yaklaşık yüzde 9 oranında ve yaygın. Köylülerin yüzde 72’si bitli olup her an tifüse (bitler, pireler veya akarlar tarafından yayılan bulaşıcı bir enfeksiyon) yakalanabilecek durumda. Sağlığa uygun banyo, tuvalet vb. yüzde 97’si evlerin içinde yer almıyor. Bu koşullara sahip halkın yüzde 7’si okuryazar.

Cumhuriyet tarihinde “Atatürk dönemi olarak 1923-1938 yılları” diyebiliriz. Bu yıllarda izlenen ekonomi politikasının birinci ana ilkesi, “ithalat ve ihracat arasında bir denge kurmak, dışarıya sattığımızdan fazlasını almamak” olmuştur. İkincisi ise, “devlet gelirleri ile harcamaları arasında bir denge sağlamak.” Devlet gelirlerinden fazla bir harcamada bulunmamak, özetle “kendi yağımızla kavrulmak” atasözünün bir ifadesi olan “yabancıya muhtaç olmamak” iktisadi siyasetin ana ilkesi olmuş ve uygulanmaya konulmuştur.

Diğer taraftan Atatürk’ün “devletçilik” anlayışı, ekonomik bir içerik de taşır ve ekonomi politikasının temelinde bu ilke vardır. “1929 Dünya Ekonomik Buhranı” iktisadi kalkınmada devlete düşen görevlerin daha belirgin şekilde ortaya çıkmasına neden olmuş, devletçilik anlayışıyla kısa sürede kalkınmayı gerçekleştirmek amacıyla 1930- 31 yıllarından sonra, özel sektörün yapamadığı alanlarda devletin yatırım yapması ilkesi benimsenerek devletçilik uygulanmaya başlanmıştır.

Bu dönemlerde Atatürk, “bağımsızlığımızı tehlikeye düşürmeyen ve uygun şartlarla sağlanan devletlerarası borçlanmaya da ülke yararına olduğu sürece yabancı özel sermayeye de karşı çıkmamış. Ama imtiyazlı yabancı şirketlere karşı çıkmıştır.”

1924’ten 1938’e kadar süren iktisat politikası bir “karma ekonomi” sistemidir. 1930- 31 yıllarından sonra devletin ekonomik hayata müdahalesi artmış ve devlet, ekonomik yatırımlar yapmaya daha önceki yıllara nazaran bir hayli fazla çaba harcamıştır. Devlet, 1930’lu yıllardan sonra ekonomik alanda daha fazla yatırım yapmıştır. Bu durum özel sektörün birçok nedene dayanan güçsüzlüğünden kaynaklanmıştır. Temel amaç, “ülkenin en kısa zamanda refaha ve zenginliğe kavuşturulması” olduğundan devlet, ağırlıklı olarak ekonomik alanda da kendini göstermiştir. Devlet bütçesinde denge, kaynak ve harcamalarda denge, dış ödemelerde denge ve devlet işletmesi ile özel işletmeler arasında denge Atatürk’ün iktisat siyasetinin esaslarını teşkil etmiştir.

Atatürk, “Türkiye’nin tam bağımsızlığının ancak ekonomik bağımsızlığına sahip olması ile kazanılıp sürdürülebileceğine inanmış bir önderdir.” İktisadi ve siyasi bakımdan tam bağımsızlığına sahip homojen bir millî devlet oluşturmaya büyük özen göstermiştir. Çağdaşlaşmanın ön koşulu olan tam bağımsız bir “millî devlet” kuran Atatürk, çağdaşlaşmayı Türkiye Cumhuriyeti için bir amaç değil, fakat devletimizin daima yaşaması için bir araç, bir vasıta olarak görmüş, bilime ve akla dayanan bir ekonomi politikası benimsemiştir. Türk köylüsüne büyük bir değer veren, tarımın ülke ekonomisi için bir motor görevi üstlenerek ülkenin sanayileşmesini sağlayabilecek gelişmeleri yaratabileceğine inanan Atatürk, Türk köylüsünü çağdaş yaşama ulaştırmayı ve tarımsal yapının da modernleştirilmesini amaç edinen bir tarım politikası izlemiştir.

Cumhuriyet, üretmeyi, bizlere onurlu olmayı öğretti.

Cumhuriyet, üretmeyen, ekonomik bağımsızlığını kazanmayan bir milletin bağımsız olamayacağını öğretti.

Cumhuriyet köydeki çoban bir çocuğun cumhurbaşkanı olabileceğini gösterdi. Cumhuriyet, ayağı yalın ayak, bit içindeki çocuklarımızın doktor, mühendis ve öğretmen olmasını sağladı.

Son söz: Cumhuriyet üzerinden geçinen istismarcılar ile Cumhuriyet karşısında mevzilenen inkârcılar, Türk milletinin yüksek erdemi sayesinde emellerine inşallah muvaffak olamayacaklardır.

Cumhuriyet’in kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, ebediyete intikal etmiş tüm kahramanlarımıza, tüm aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.