ATATÜRK, ÇOCUKLARI ÇOK SEVDİ VE ONLAR İÇİN ÇOK ŞEY YAPTI-3

Kurtuluş Savaşı yıllarından başlayarak yurdun her yanında okul çocuklarına hem yurtseverlik duygularını, hem de ülkenin kurtuluşu bilincini aşılamak için müsamere, şiirli, tiyatrolu temsiller düzenleniyordu. Bu eğlencelerin bir diğer amacı da fakir, öksüz ve yetim çocuklarımıza yardım toplanması, Çocuk Esirgeme Kurumuna destek olmak düşüncesi idi.

ÇOCUK Haklarına Dair Sözleşme’nin yalnızca ses getirmesi değil ama imza ve onaylayan ülkelerin uygulamaya yönelik eylemlerini saptamak ve yönlendirmek amacıyla Birleşmiş Milletler Teşkilatı 29-30 Eylül 1990 tarihinde New York’ta gündem maddesi yalnızca “Çocuk” olan bir zirve düzenlemiştir. 71 devlet ya da hükümet başkanının katılımıyla gerçekleşen Çocuk Zirvesi’nde ülkelerin “2000 yılına kadar çocukların yaşatılması, geliştirilmesi ve korunmasına” dair gerçekleştirmeleri beklenen hedefler belirlenmiş, ayrıca bu hedeflere erişebilmeleri için öngördükleri programları belirleyen çalışma planları da ülkelerden talep edilmiştir. O yıllarda ülkemiz de böyle bir ‘Eylem Planı’ oluşturmuştu. O sıralarda, bugün sözleşmenin en belli başlı ilkelerinden biri olarak uygulanmaya çalışılan “çocuğun kendini ifade etme ve katılım hakkı” olarak üzerinde özenle durduğumuz hususların henüz o zamanki hedeflerde pek de görünür olmayışı dikkatimizi çekiyor.

SÖZLEŞME’NİN İÇERİĞİ

“Çocukların Magna Carta’sı” olarak da nitelendirilen Sözleşme dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar bütün halklar için aynı anlamı taşımaktadır ve ırk, dil, din, cinsiyet, etnik ya da toplumsal farklılık, mülkiyet, engellilik, doğum ya da başka farklılık gözetilmeksizin bütün çocuklar için eşit ölçüde geçerlidir. Böyle bir sonuç uzun görüş alışverişleri sonucunda elde edilmiştir. Bu görüşmeler sırasında, farklı toplumsal ve ekonomik sistemlere sahip, yaşam konusunda değişik kültürel ve dinsel yaklaşımlar taşıyan ülkelerin temsilcileri, her yer için geçerli olacak bir dizi ortak değer ve amaç ortaya çıkartabilmek için sivil toplum kuruluşları ve Birleşmiş Milletler örgütleriyle birlikte çalışmışlardır. Sözleşme ortak standartları ortaya koyarken, devletlerin farklı kültürel, toplumsal, ekonomik ve siyasal gerçeklerini de göz önüne almıştır. Bu sayede, tek tek devletler, herkes için geçerli olan haklar çerçevesinde, bunların hayata geçirilmesine yönelik kendi ulusal yollarını kullanabileceklerdir. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin temel ilkeleri, “Ayrım Gözetmeme, Yaşama ve Gelişme ve Çocuğun Yüksek Yararı”dır. Sözleşme her konuda çocuğun yüksek yararını öngörür. Bu Sözleşme, çocukların haklarının gözetilmesinde asgari standardı tespit eder, çocuğun öncelikle aile içinde ve aile çevresinde bakılıp korunmasını öngörür. Çocuğun “kendisi ile ilgili kararlarda görüş bildirmesi ve bu görüşün dikkate alınmasını” emreder. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme öncelikle ana babaya olmak üzere ailelere, topluluklara, gençlere, öğretmenlere, sağlık çalışanlarına, güvenlik görevlilerine ve devlete çocuklarla ilgili asgari sorumluluklar veren, davranış biçimleri öngörür. Sözleşme, devletlere, çocukların ülkelerinin toplumsal ve siyasal yaşamında etkin ve yaratıcı bir yer alabilmelerine elverişli koşulları hazırlamaları çağrısında bulunmaktadır. Çocukların haklarını bütün yönleriyle medeni, siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel olarak birlikte kapsayan Sözleşme, bir haktan yararlanmanın, diğer haklardan soyutlanamayacağını kabul etmektedir. Gene Sözleşme sergilemektedir ki çocuğun kendi düşünsel, ahlaki ve manevi niteliklerini geliştirmek için gereksinim duyduğu özgürlük, başka şeylerin yanı sıra sağlıklı ve güvenli bir çevreyi, tıbbi bakım olanaklarını ve yiyecek, giyecek ve barınak anlamında asgari standartları öngörür. Eğitim, ayrım görmeme, ihmal ve istismardan korunma, sağlıklı bilgiye ulaşım, kimliğine ve özel hayatına saygı, boş zaman ve oyun oynama hakları da hiç şüphesiz ki bu standartların içinde mevcuttur. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocukların haklarına dair bugüne dek hazırlanmış olan en kapsamlı belge ve bu haklara uluslararası yasa gücünü kazandıran ilk metindir. Sözleşme geleceğe sahip çıkan bir belgedir. İnsan haklarına saygı, bir toplumun çocuklarına nasıl davrandığı ile başlar. Bu konulara duyarlı olan bir toplum, genç insanlara özgürlük ve saygınlık tanır. Onların geleceğe donanımlı olarak hazırlanmaları için gerekli koşulları sağlar, gençlere özgürlük ve saygınlık tanır. Çocukların kendilerini ifade etmelerini ve kendileriyle ilgili kararlarda ifade ettikleri düşüncelerinin dikkate alınmasını öngörür. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin taraf devletler tarafından uygulanmasının izlenmesi ve ülkelerin adeta konu ile ilgili “karneleri” nin oluşturulması için Sözleşme’nin 43. maddesi uyarınca Cenevre’de bir “Çocuk Hakları Komitesi” kurulmuştur.

ATATÜRK VE ÇOCUK BALOLARI (MÜSAMERELERİ)

Kurtuluş Savaşı yıllarından başlayarak yurdun her yanında okul çocuklarına hem yurtseverlik duygularını, hem de ülkenin kurtuluşu bilincini aşılamak için zaman zaman gece eğlenceleri (müsamere), şiirli, tiyatrolu temsiller düzenleniyordu. Bu eğlencelerin bir diğer amacı da fakir, öksüz ve yetim çocuklarımıza yardım toplanması, Çocuk Esirgeme Kurumuna destek olmak düşüncesi idi. Tabii ki bu toplantılar 23 Nisan başta olmak üzere bütün bayram günlerinde de yapılıyordu. Atatürk çoğu zaman çocukların bu tür etkinliklerine katılıyor, onlarla sohbetler ediyor, küçük hediyelerle onları ödüllendiriyordu. Atatürk, yurt gezilerinde de bu tür pek çok eğlence ve toplantıya bizzat katılmıştır. Elbette “kurtuluş” duygusu bir uçtan bir uca ülkenin okullarını da sarmıştı. Okullarda egemen olan yegâne duygu milliyetçilik, vatanseverlik ve ülkenin işgalden kurtulması duygusu idi. Özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında şiir ve müzik, halkın mücadele azmini diri tutmak amacıyla başarıyla kullanılıyordu. Önemli zaferler üzerine yazılan şiirleri müzik öğretmenleri besteliyor, yine öğretmenler tarafından kahramanlıkla ilgili temsiller yazılıp sergileniyordu. Bunlar okullardan başlayarak dalga dalga halka yayılıyordu.

ANKARA’DA “İZMİR GECESİ” VE GÜLTEKİN

Zaferden yaklaşık dört ay önce 16 Mayıs 1922 günü Ankara’da İzmir’in 15 Mayıs 1919’daki işgalini kınamak için bir gece düzenlenmişti. İşgalin üçüncü yıl dönümü ve gecenin adı “İzmir Gecesi” idi. 16 Mayıs günü aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gitmek için Bandırma vapuru ile İstanbul’dan ayrıldığı gündü. O günlerin basınına yansıdığı şekliyle İzmir Gecesi Müsameresi şu şekilde gerçekleşmişti: Gece, İzmir’in işgalinin yıl dönümü dolayısıyla TBMM’nin yanındaki Millet Bahçesi’nin ortasında, ahşap tiyatro binasında Muallim Mektebi (Öğretmen Okulu) öğrencileri ve birtakım gençlerin katılımı ile bir müsamere verildi. Burada kabataslak yapılmış kanepelerle hasır sandalyeler vardı. Program zengindi. Küçük Hüseyin ve Paşa Kazım, Şark (Doğu) Cephesi’ne ait bir piyes oynadılar. Müzik parçaları, şiirler, tablolar gösterildi. Tiyatro salonu ağzına kadar dolmuştu. Gazi Mustafa Kemal Paşa da gelip, ön sırada gösterilen yeri kabul etmeyerek halkın ortasında bir yere oturdu. Öğretmen Enver Behnan Şapolyo Bey de suflörlük ediyordu.Müsamere Vasıf (Çınar) Bey’in, Mustafa Kemal Paşa’nın lütfen katılmasına teşekkür etmesi ve Riyaset (TBMM Başkanlığı) Bandosu tarafından İstiklal Marşı’nın çalınmasıyla başladı. İstiklal Marşı’nı herkes ayakta dinledi ve söyledi. “İzmir Yurdu Marşı”nı Sultani (Lise) öğrencileri okudu. Tek perdelik mini mini çocukların sahnesi çok güzel ve doğal oldu. Dört küçük öğrenci İzmir sevgisini duyan dört küçük kalp idiler. “Ben Bir Türküm”, “Anadolu’yu Gördüm” eserlerinden sonra sahneye gelen Neriman ve Gültekin isimli iki öğrenci bu gecenin en önemli kahramanları oldular. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde muhabir olarak çalışan İzzet Ulvi Bey’in altı yaşındaki oğlu Gültekin’e sıra geldi. Gültekin’i sahneye Enver Behnan (Şapolyo) getirdi. Gültekin babasının yazmış olduğu “Hınç” şiirini okumaya başladı.

“Düşman, düşman, vahşi düşman
Geçtiğin yer ateşle kan!
Katil Yunan, hain düşman
Türk geliyor, buna inan!
Elde bomba, ruhta iman!
Kovacağız seni yurttan!
*
Ey Garp (Batı), bu mu medeniyet?
Zulme bizden yüzbin lanet…
Şark’tan (Doğu’dan) sana bin nefret.
Ey Garp, bu mu insaniyet?
Lanet! Lanet! Lanet! Lanet!
*
Ben Gültekin feda canım,
İstiklale baş koyayım,
Yurt kurtulur, var imanım
Türk kurtulur, var imanım.

Gültekin o kadar güzel, o kadar canlı söyledi ki, bütün salonun ısrarıyla şiiri bir daha okudu. Gazi Mustafa Kemal Paşa da Gültekin’in okuyuşundan çok duygulanmıştı. Gültekin’den sonra Vasıf (Çınar) Bey’in yeğeni Neriman da heyecanlı bir şiir okudu. Şiir bittiği zaman Mustafa Kemal Paşa Gültekin’i yanına çağırdı. Bu yavruyu sevdi. Sonra, kullanmakta olduğu altın saatini Gültekin’e, bu heyecanlı gecenin hatırası olmak üzere hediye etti. Gazi’nin yakınlarından birinin söylediğine göre bu saati Mısırlı bir Prenses, Mustafa Kemal’e hediye etmişti. Saatin üstünde çiçekler yeşil, açık sarı, kızıl altın renkleri dizilmiştir. Saatin iki tarafı kapaklıdır. Burada şunu da belirtelim ki, Gültekin’in babası İzzet Ulvi Bey’in yazıp, oğlunun da Atatürk’ün huzurunda okuduğu ve büyük beğeni alan bu “Hınç” şiiri 1924 yılı yılbaşı vesilesi ile TBMM tarafından bastırılarak dağıtılan “Misak-ı Milli Takvimi (Haritası)” nde de yer almıştır. İzmir, Bursa ve Edirne’nin kurtuluşlarının tarihleri ile birlikte yer aldığı bu haritanın sol tarafına kalpaklı bir çocuk resmi konulmuş (muhtemelen Gültekin’in resmi) ve altına da Hınç şiiri yazılmıştır. Şiirin altında verilen bilgilerde ise “bu şiir 15 Mayıs 1922’de İzmir Müsameresi’nde İzzet Beyefendi’nin altı yaşındaki oğlu Gültekin tarafından okunmuştur. Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin huzurunda…” ifadeleri yer almaktadır.

GÜLTEKİN ANLATIYOR

Bu olaydan 19 yıl sonra, 1941 yılında Yenigün dergisinde gazeteci Necmi Yücel artık 25 yaşında genç bir delikanlı olan Gültekin’le bir söyleşi yaptı. Gültekin o günleri şöyle anlattı: “1922 yılı memleketimizin birçok yeri işgal edilmişti. Büyük milletimiz, düşmanları yurttan kovmak için canla başla çalışıyordu. Kadın erkek, çoluk çocuk her Türk bu işe kendini vermişti. Ben bu kara günlerde altı yaşında bir çocuktum. Milli davamızın heyecanını temsil etmek için bir müsamere hazırlanıyordu. Babamın arkadaşları rahmetli Vasıf Çınar, Mustafa Necati Beyler, “Otello Kamil”, Paşa Kazım ve Ankara Öğretmen Okulu öğrencileri vardı. O gece İsmail Zühtü ve Ahmet Yekta gibi bestekârlarımızın da milli besteleri söylendi. Müsamerede bana da rol vermişler ve bir de şiir okumam kararlaştırılmıştı. Babamın yazdığı “Hınç” adlı şiiri bana öğrettiler.

YARIN: ATATÜRK HER ÇOCUKLA YAKINDAN İLGİLENİRDİ