SORULARLA ATATÜRK’ÜN MANEVİ DÜNYASI VE İSLAM’A HİZMETLERİ -1-

Ahmet Fuat Bulca’ya göre Atatürk gerçek bir dindardı. Anlatıyor; ...Ama O’nun dindarlığı değişen zamanın önünde engel görünen şekilcilerden değildi. Dini Allah’la kul arasında kendi inhisarlarında vasıta sayanlara kaşı çıktı. O’nun laiklik anlayışının temelinde bu duygu, bir de asıl olarak kadın özgürlükleri vardır.

ATATÜRK’ÜN yakınındakilerin, “özel hafızı” Hafız Yaşar Okur’un onun manevi dünyasıyla ilgili anlattıkları arasında çok çarpıcı anılara rastlamak mümkündür. Bütün bu anlatılanlar yan yana getirildiğinde, Atatürk’ün bazen şaşırtıcı derecede “dindar”, inançlı” biri olabildiği gözler önüne serilmektedir.

Ahmet Fuat Bulca niçin “Atatürk gerçek bir dindardı” dedi?
Atatürk’ü gerçekten tanıyanlar, O’nun kendi döneminde ve kendisinden sonra din âlimi olarak geçinen birçok kişiden “daha dindar” olduğunu söylemektedirler. Ahmet Fuat Bulca’ya göre Atatürk gerçek bir dindardı. “...Ama O’nun dindarlığı değişen zamanın önünde engel görünen şekilcilerden değildi. Dini Allah’la kul arasında kendi inhisarlarında vasıta sayanlara kaşı çıktı. O’nun laiklik anlayışının temelinde bu duygu, bir de asıl olarak kadın özgürlükleri vardır.”

Kardeşi Makbule, Atatürk’ün din anlayışı konusunda neler söyledi?
Atatürk’ü en iyi tanıyanlardan biri olan kız kardeşi Makbule, Atatürk’ün din görüşüyle ilgili şunları söylemektedir: “...Her Ramazanın bir günü ve ekseriyetle Kadir Gecesi bana iftara gelirdi. O gün imkân bulabilirse, oruç tutardı. İftar sofrasını eski tarzda isterdi. Oruçlu olduğu zaman iftara başlarken dua ederdi. Kur’an dinlemeyi sever, Kur’an yüksek sesle ancak makama aşina olanlar ve güzel sesliler okumalı derdi. Annemin ölümünden sonra ruhuna hatim okutmak istemiştim. Bu arzumu kendisine söylediğim zaman “bana, çok iyi edersin. Benim için de okut” demişti ve aradan bir zaman geçtikten sonra vaadimi yerine getirip getirmediğimi sormuştu. Ruhun ebediyetine itikadı vardı. Yine bir aile meselesi için sinirlenmiş, muhatabı için bu adam hiçbir şeyin ebediliğine inanmaz. Zaten bedbaht biridir. Nesini ıslah edelim” demişti.

 

Hasan Rıza Soyak, Atatürk ve din konusunda neler söyledi?
Atatürk’ün Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak Atatürk’ün inançlı biri olduğundan emindi. Soyak bu konuda şunları söylemektedir: “...Türk milletini Müslümanlığın öz kaynağı ile gerçek bir din anlayışına ulaştırmak, bu suretle zihin ve vicdanları cehalet ve taassubun karanlığından kurtarıp, akıl yolu ile, ilmin aydınlığına kavuşturmak için olanca gücüyle gayret sarf eden, takip edilecek yol üzerinde zulmeti devam ettirmek kastiyle, muhtelif menfaatçi ve sömürücü müesseseler tarafından vücuda getirilen perde ve engelleri birer birer ortadan kaldırmış olan büyük bir mücahidi, dinsiz telakki etmeğe imkan var mıdır?...” Bütün bu örnekler, Atatürk’ün kendine özgü bir Allah inancına sahip olduğunu kanıtlayan bazı delillerdir. Bunu ifade ederken altı çizilmesi gereken nokta, “özgün” kelimesidir. Çünkü O’nun inanç anlayışı, geleneksel anlayışın birçok yönünü benimseyen, genel itibarıyla gelenekseli sorgulayan, gelenekselin dışına taşan bir anlayıştı. Bu inanç anlayışı içinde, akılcı değerlendirmeler ve pozitivist yorumlar da vardı. Örneğin, geleneksel İslâm anlayışınca pek hoş karşılanmayan, resim ve heykel gibi sanatlarla uğraşmanın İslâm’a aykırı olmadığı görüşündeydi. Hz. Peygamber’in İslâmiyet’i yayarken, insanların kalplerine, vicdanlarına ve yaşadıkları ortama yerleşmiş olan putları toplumsal hayattan ve vicdanlardan söküp atmasının bir zorunluluk olduğunu belirten Atatürk, İslâm’ın tamamen anlaşılıp, yerleştikten sonra insanların bu taş parçalarına, İslâmiyet öncesinde olduğu şekliyle, ilahi anlamda inanmalarının ve tapmalarının mümkün olmadığını düşünmekteydi. O, böyle bir şeyi düşünmeyi bile “âlem-i İslâm’ı tahkir etmek” olarak yorumlamaktaydı. Aydın ve dindar olarak tanımladığı Türk milletinin, gelişmenin şartlarından biri olarak gördüğü heykeltıraşlığı, azami derecede ilerletmesini arzulamaktaydı.

Atatürk, üzerinde daima küçük bir Kur’an-ı Kerim taşır mıydı?
Kur’an Atatürk’ün özel eşyaları arasında çok önemli bir yer tutuyordu. Atatürk’ün üzerinde, göğsünün üzerindeki cebinde küçük bir Kur’an-ı Kerim (halkımızın Enam dediği türden) taşıdığını biliyoruz. Daha sonra Manevi Kızı Rukiye Erkin’e hediye ettiği bu Kur’an-ı Kerim; 1980 yılında Rukiye Erkin tarafından Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne bağışlanmıştır. Halen bu müzenin Atatürk’ün özel eşyalarının sergilendiği ilk bölümünde Atatürk’ün saatlerinin sergilendiği vitrin içindedir. Ön tarafında bir mercek bulunan gümüş mahfaza içindeki Küçük Kur’an-ı Kerim, 3.5 cm. uzunluğunda, 2.8 cm. genişliğinde, 1 cm. yüksekliğindedir. Çok küçük boyutlarda basılmış bir Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’ın kapağı yaldız süslüdür. Gümüşten yapılmış mahfazası üzerinde bezemeler vardır. Gümüş kutunun içindeyken bile hangi sayfası açıksa gümüş kapaktaki mercek yardımıyla rahatlıkla okunabilmektedir.

Atatürk, Trabzon Lisesi’nde İnşirah Suresi’ni okuyup yorumladı mı?
Atatürk dini konularda geniş bir bilgi birikime sahipti. Oldukça iyi derecede Arapça da bilen Atatürk özellikle, İslâm dini konusunda “ayrıntılı” denecek kadar bilgi sahibiydi. İslâmiyet’in sadece tarihsel gelişimini bilmekle kalmayıp, inanç ve ibadet boyutunu da iyi biliyordu. Yetiştiği aile ortamı, aldığı eğitim, yaptığı görevler ve kendini yetiştirme gayretleri (okuma tutkusu) onda derin bir İslâm ve Kuran kültürü meydana getirmiştir. Atatürk’ün bu “dinî bilgi dağarcığı” hep gizli kaldı. Kendisi de bu tür bilgilerini ulu orta sergilemekten kaçınmıştır. Atatürk’le ilgili anılar bize O’nun, dinî kültür dağarcığıyla ilgili de önemli ipuçları vermektedir. Bu anılardan biri şöyledir: Atatürk 16 Eylül 1924 günü Trabzon Lisesini ziyaret etmiştir. O gün öğretmenler odasında “Türk Tarih tezi” ile ilgili olarak yaptığı iki saatlik konuşmasından sonra ders dinlemek üzere birinci sınıf öğrencilerinin ders görmekte olduğu bir sınıfa girer. Sınıfa girerken yanında bulunanlardan din âlimi Tevfik Hoca’ya önce girmesini rica eder. Tevfik Hoca’nın “öncelikle siz buyurun Paşam” diye saygı göstermesi üzerine Mustafa Kemal ricasını tekrarlayarak, sınıfa Tevfik hocanın önde girmesini sağlar. Kapı açıldığında içeri giren Mustafa Kemal’i gören din dersi öğretmeni Vasıf Hoca, heyecanlanıp elindeki not defterini yere düşürür. Mustafa Kemal, Vasıf Hoca’ya dersin konusunu sorar. Gazi Mustafa Kemal, dersin konusunun “Siret-i Nebi ve Kur’an-ı Kerim” olduğunu öğrenince, bir öğrencinin Kuran okumasını ister. Hakkı Okan isimli bir öğrenci, Besmele çekerek Kuran’dan bir sure okur. Atatürk bir ara okumayı durdurarak öğrenciye; “Okuduğun Surede Semi-ü Basir sözü geçti. Bu sözcük tecvitle ne olur?” diye sormuş, öğrenci gür bir sesle: “İtlap olur Paşam” cevabını vermişti. Atatürk bu cevap karşısında gülümseyerek: “Niçin?” diye sorunca, öğrenci: “Tenvin b’ye uğradığından itlap olur Paşam!” diye bağırmıştı, Atatürk: “Doğru” diye başını sallamış ve daha sonra Vasıf Hoca’ya dönerek ondan “İnşirah Suresini okuyup, yorumlamasını” istemişti. Bir süre yutkunan Vasıf Hoca cılız bir sesle: “Yanımda yorum kitabı yok. Bu yüzden sizi memnun edecek bir yorum yapamam.” Diye boynunu bükünce bu cevaba sinirlenen Atatürk: “Birkaç satırlık bir sureyi yorumlamak için yorum kitabına ne gerek var?” diyerek, kaşlarını çatmış ve Atatürk söz konusu sureyi Tecvit kurallarına göre kendisi okuyarak, Türkçe sözlerle yorumlamıştı. Bu arada orada bulunan Tevfik Hoca’ya, “sureyi okurken ve yorumlarken bir yanlışlık yapıp yapmadığını sormuştu...” Bunun üzerine Tevfik Hoca; “Paşam İnşirah Suresini Kuran okuma kurallarına uyarak ve her kelimesinin hakkını vererek okudunuz. Yorumunu da halkımızın konuştuğu arı ve duru Türkçe ile yaptınız. Siz Allah’ın ulusumuza armağan ettiği eşsiz bir lidersiniz. Yemin ederim ki, kişiliğinize beslediğim sevgi, saygı ve güven sonsuzdur. Kısa zamanda dinimizi, dilimizi ve ekonomimizi düzlüğe çıkaracağınızdan kuşkumuz yoktur.” dedi.

SABAH EZANINI DİNLERKEN AĞLADI MI?

Atatürk’ün gizli dünyasının kapılarını aralayan anılar, O’nun zaman zaman dini motifler taşıyan olaylar karşısında çok hassaslaştığını, hatta bu olaylardan çok etkilenerek duygulandığını ortaya koymaktadır. Mithat Cemal Kuntay’ın, Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda verdiği yemek davetinin ertesi günü sabaha doğru meydana gelen bir olayla ilgili anlattıkları, Atatürk’ün bu manevi duygu yoğunluğuna tipik bir örnek olarak gösterilebilir: “...Güneş doğarken çok müstesna bir hadise oldu. Muayede Salonu’nun büyük kapılarının parmaklıklarından doğan güneş ve deniz içeriye vuruyordu. Bu çerçevenin içinde Gazi’nin manevi kızlarından Nebile Hanım, Gazi’nin işaretiyle sandalyenin üstüne çıktı. Sabah ezanı okumaya başladı. Bir aralık baktım Nebile Hanım’ın ses damlalarına yaş damlaları karışıyordu. Gazi Mustafa Kemal ağlıyordu!” Bu olay, Atatürk’ün inanç dünyası hakkında ilginç ipuçları vermesi yanı sıra, O’nun İslâm geleneğinin aksine (fakat Hz. Muhammet dönemindeki kadınların konumuna uygun olarak), bir kadına ezan okutması, bu konuda cinsiyet ayırımı yapmaması, Atatürk’ün alışılmışın dışında bir din yorumuna sahip olduğunun tipik işaretlerinden biri olarak değerlendirilebilir.

YARIN: Ramazan ayına önem verir miydi? Rüyalarla ilgilenir miydi?