İDEOLOJİK MİLLİYETÇİLİK VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK -6-

Hayatı boyunca meşruiyetin kaynağı olarak milleti gören, yaptığı her işi milletine dayanarak gerçekleştiren, başarılarının tamamını milletine mal eden, bazı aydınların şunun veya bunun himayesinde kurtuluş çareleri aradığı karanlık bir dönemde daima milletine güvenen Mustafa Kemal Atatürk; siyasetini de milletin iradesi ve egemenliği üzerine oturtmuştur. Onun “doktriner milliyetçilik” anlayışının bir sonucu olan bu durum, “ideolojik milliyetçilik” anlayışına da işaret etmektedir. O, siyaset ve devlet adamı olarak milletin iradesine sahip çıkmış ve milletin egemenliğini sonuna kadar korumuştur. İradenin tecelliğahı olan TBMM’yi her meselede adres göstermesi de bundandır. Milletin oyunun (reyinin) kutsallığına yaptığı vurgu konuyla ilgili inancını da göstermektedir.

Atatürk, devletin “egemenlik” unsurunu (iç ve dış) tanımlarken de onu var edenin millet olduğunu ifade etmektedir. Milletin irade ve egemenliğini temsil eden devlet, her türlü hürriyetin de emniyetini sağlamaktadır.

Atatürk’ün bu bölümde okuyacağınız sözlerini, analizlerini, günümüzdeki “vesayet”, “darbe” ve “paralel devlet” tartışmaları ışığında değerlendirmek lazımdır. Ülkemizde, 1960 yılından beri, “Atatürk ve Atatürkçülük” adına milletin iradesine el koyan veya el koymaya çalışanları bu çerçevede düşünmek lazımdır. Ülkemizde ve Dünya’da ismi ve düşünceleri “darbe”, “vesayet” kavramları ile yan yana getirilebilecek en son insan Atatürk’tür. O’nun şu sözlerini dikkatlice okumak ve üzerinde düşünmek lazımdır:

NÜFUZ VE KUVVET

“Bir milleti teşkil eden fertlerin o millet içinde, her nevi hürriyeti, yaşamak hürriyeti, çalışmak hürriyeti, fikir ve vicdan hürriyeti emniyet altında bulunmak lâzımdır. Keza, bir milletin tümünün her nevi hürriyeti, yani kendi topraklarında, haricin hiçbir müdahale ve sınırlaması olmaksızın hür ve bağımsız yaşaması ve çalışması lâzımdır. İşte, devlet, gerek fertlerin hürriyetini temin için millet üzerinde bir nüfuza ve gerek millet ve memleketin bağımsızlığını muhafaza edebilmek için kendine has bir nüfuz ve kuvvete sahip olmalıdır.

Devleti teşkil eden milletin sinesinde nüfuz icra eden kuvvet, ferden hiç kimse tarafından verilmiş değildir. O, bir siyasî nüfuzdur ki, devlet kavramında kendiliğinden mevcuttur ve devlet, onu halk üzerinde tatbik etmek ve milleti haricen diğer milletlere karşı müdafaa eylemek salâhiyetine maliktir. Bu siyasî nüfuz ve kudrete “irade” veya “egemenlik” denir.”

Atatürk’e göre milletin iradesi, egemenliği ve bunun oluşturduğu siyasi kuvvet birdir, bölünemez ve ortak kabul etmez. Milletin en yüksek oyunu alan parti hükümeti kurmalı onun lideri de hükümeti ve ülkeyi yönetmelidir. Bunun dışında bir başka çözüm aranmamalıdır. Mecliste zayıf bir hükümet yapmak, o partinin liderini hükümetin başına getirmek birçok zarar doğuracaktır:

“Bizim telâkkimize göre, siyasî kuvvet, millî irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir; birdir, taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz.”

Atatürk’ün şu sözlerini dikkatlice okumak ve üzerinde düşünmek lazımdır: “Bir milleti teşkil eden fertlerin o millet içinde, her nevi hürriyeti, yaşamak hürriyeti, çalışmak hürriyeti, fikir ve vicdan hürriyeti emniyet altında bulunmak lâzımdır. Keza, bir milletin tümünün her nevi hürriyeti, yani kendi topraklarında, haricin hiçbir müdahale ve sınırlaması olmaksızın hür ve bağımsız yaşaması ve çalışması lâzımdır”

Milletin oyuna ve iradesine çok büyük bir değer veren Atatürk,“seçme hakkı”nı hem bir vatandaşlık görevi, hem de mukaddes bir hak olarak görmektedir: “Milletin rey ve iradesine dayanan her işin neticesi, millet için hayır ve saadet olduğu bellidir.”

MİLLETİN MENFAATİ

“Millî egemenlik esası üzerinde idare edilen medenî devletlerde kabul edilmiş ve fiilen geçerli bulunan esas, milletin genel isteklerini en çok temsil eden ve bu isteklerin bağlı olduğu menfaat ve gerekleri, en yüksek kudretle ve salâhiyetle yapabilecek siyasi grubun, devlet işlerinin idaresini üzerine alması ve bu mesuliyeti en yüksek liderinin omuzuna bırakması ilkesinden ibarettir.

Zaten bu şartları kazanamayan bir hükümet vazife yapamaz. Hükümetin, kuvvetli grup üyeleri arasından ve fakat birinci derecede olmayanlarından zayıf bir hükümet yapmak ve onu partinin birinci liderlerinin emir ve öğütleriyle yürütmeye kalkışmak fikri, elbette doğru değildir.

Bunun feci neticeleri bilhassa Osmanlı Devleti’nin son günlerinde görülmüştür. İttihat ve Terakki liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan ve onların hükümetlerinden millete gelen zararlar, sayılamayacak kadar çok değil midir? Mecliste, hâkim olan partinin, hükümet kurmayı, muhalif ve azınlıkta bulunan bir partiye terk etmesi ise asla söz konusu olamaz.

Kural ve usul olarak milletin ekseriyetini temsil eden ve kendi amacı belli olan parti, hükümeti kurma mesuliyetini üzerine alır ve kendi amaç ve prensiplerini memlekette uygular.” Milletin oyuna ve iradesine çok büyük bir değer veren Atatürk, “seçme hakkı”nı hem bir vatandaşlık görevi, hem de mukaddes bir hak olarak görmektedir:

“Milletin rey ve iradesine dayanan her işin neticesi, millet için hayır ve saadet olduğu bellidir.”

“Vatandaşın en büyük vazifesi, aynı zamanda en mukaddes hakkı, seçme hakkıdır. Devlet binasının temeli olan, Büyük Millet Meclisi halinde toplanan milletvekillerini, vatandaşlar seçer ve bu suretle devlet kurmakta yetkili olduğu irade ve egemenliğinin sahibi olduğunu gösterir.”

Atatürk, milletin iradesinin tecelli ettiği mekân olan TBMM’de istişare, eleştiri ve memleket işlerinde tartışmanın vazgeçilmez bir demokratik davranış olduğunu, Türk milletinin sevgisinin meclise yöneldiğini ve daima yöneleceğini düşünmektedir:

“Benim istediğim, sadece memleket işlerinin Büyük Millet Meclisi’nde açıkça münakaşa edilmesidir. Büyük Millet Meclisi’nde Türk milletinin gözü önünde açıkça konuşulamayacak hiçbir iş yoktur.”

“Mutluluk ve güvenliğin bütün gereklerini, Büyük Millet Meclisi kanunlarının itibar ve yürürlüğünde görmek, anlayışımızın esas noktasıdır.”

“Memleketin mukadderatında yegâne salâhiyet ve kudret sahibi olan Büyük Millet Meclisi, bu memleketin düzeni için, iç ve dış güvenliği ve dokunulmazlığı için en büyük teminattır. Büyük millî dertler, şimdiye kadar ancak Büyük Millet Meclisi’nde şifa buldu. Gelecekte de yalnız orada kesin tedbirlerini bulabilecektir. Türk milletinin sevgi ve bağlılığı daima Büyük Millet Meclisi’ne yöneldi ve daima oraya yönelecektir.”

GÖREVDE MESULİYET

Atatürk, milletin iradesini mecliste temsil eden milletvekillerine de önemli mesajlar vermiştir. Milletin vekâleti, milletvekillerinin hem resmi, hem de özel hayatlarında onlara bazı külfetler de getirecektir. Görevlerini yaparlarken buna çok dikkat etmeleri gerekecektir:

“Milletvekili olarak vazife ve mesuliyet mevkiinde beraber çalışacağımız arkadaşlarımızın, geçen tecrübelerden de istifade ederek vazifelerini iyi yapacaklarını ve bilhassa milletvekilliğinin, her düşünceden önce bir millet vekâleti olduğunu ve bunun resmî ve hususî hayatta dahi birçok manevi ve sağduyuyu gerektirici külfetleri bulunduğunu gözden uzak düşürmeyeceklerini kuvvetle ümit ederim.”

Milletvekilleri aynı zamanda mecliste herhangi bir konuda oylama yapıldığında olumlu veya olumsuz mutlaka oy vermelidir. “Çekimser” kalmak doğru değildir. Birinci TBMM’nin 6 Mayıs 1922 günkü gizli birleşiminde, çekimser oy kullanan milletvekilleri hakkında şunları söylemiştir:

“(...) Sonra herhangi bir meselede rey verilmiyor, çekiniliyor. Halbuki milletvekillerinin en birinci vazifesi her şeyden evvel reyini belirtmektir. Neden reyinizi vermekten çekiniyorsunuz? Menfi belirtiniz! Efendiler, kimden çekiniyorsunuz? Belirtilmeyince müspet veya menfi bir netice ortaya çıkmaz.

Halbuki netice lâzımdır. Bir memleket, bir ordu, bir millet duramaz, tereddüt içerisinde duramaz. Şu veya bu diye rey göstermek lâzımdır.”

YARIN: LİYAKAT VE EHLİYET SAHİBİ OLMAK