ATATÜRK VE MİLLİ DIŞ POLİTİKA -1-

Milli Mücadele’den başarıyla çıkan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Lozan Antlaşması’nı, Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri ile eşit şartlarda imzalamış ve milletler arası alanda, bağımsız bir devlet olarak yerini almıştır. Türkiye, Lozan’da “emperyalist Batı” karşısında büyük direniş ve başarı göstermiştir. Lozan sonrasında, yeni Türkiye, bağımsızlığına sınırlama getirecek milletler arası bağlardan uzak kalarak, barışçı bir politika takip etmek suretiyle, komşularıyla dostluk ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır.

Lozan sonrasında Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkilerine dayalı dış politikasına, Mustafa Kemal Atatürk fikir ve düşünceleri ile yön vermiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın uyguladığı dış politika, tamamıyla millet menfaatine dayalı bir “milli siyaset” ilkesini temel alır. Milliyetçilikten kaynaklanan milli siyaset uygulamasının esasını, “milli bağımsızlık, milli misak, milletler arası hukuka saygı” oluşturmuştur. Bu esas, “yurtta barış, dünyada barış” şeklinde ifadesini bulan ilkelerin titizlikle tatbik edilmesi ile hem iç barışı hem de dünya barışını hedeflemiştir.

Elbette, bu anlayış Türkiye’yi milli meselelerde duyarsız kalmak gibi bir sonuca götürmeyecektir. Bir taraftan içeride ve dışarıda “barış” talep edilir ve ona hizmet edilirken, Lozan’da lehimize çözemediğimiz milli meselelerimizin çözümü için de güçlü bir irade ortaya konulmuştur.

Türkiye’nin bu dönemde barışçı siyaset takip etme gayretlerini çeşitli sebeplerle izah etmek mümkündür. Ancak, bu sebepler arasında özellikle toplum hayatında köklü değişiklikler yapan inkılap ve kalkınma hareketlerine girişmenin önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. Mustafa Kemal Paşa bu gerçeği Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada “… Esaslı ıslahat ve gelişme içinde bulunan bir ülkenin hem kendisinde, hem de komşularında sulh ve huzuru cidden arzu etmesinden daha kolay olabilecek bir keyfiyet olmaz…”şeklinde açıklamıştır.

Türkiye, Lozan sonrası takip ettiği barışçı dış politikaya rağmen zaman zaman birtakım engellemelerle de karşılaşmıştır. Batılı devletler Osmanlı Devleti döneminden kalmış olan “devletin iç işlerine karışma” alışkanlıklarını yeni Türkiye üzerinde de uygulamaya çalışmışlar, ancak her defasında Türkiye’nin direnmesiyle karşılaşmışlardır. Milliyetçilik ve milli devlet esasına dayanan Atatürk dönemi dış politika esaslarının, sonuçta Misak-ı Milli sınırlarının veya hedeflerinin ihyası olduğu bilinmektedir.

KOMŞULARIMIZLA İLİŞKİLERİ

Atatürk dönemi Türk dış politikası, olaylar ve gelişmeler dikkate alındığında iki ana döneme ayrılabilir: 1923-1932 döneminde daha çok Lozan’da bazı nedenlerle kesin olarak sonuçlandırılamayan konuların milli çıkarlara uygun bir biçimde çözümlenmesi için uğraşılmıştır. Bu dönemde Lozan’ın oluşturduğu statünün gereklerine göre çözülmesi gereken bazı meseleler de ikili ilişkilerin önemli konuları olmuştur. 1932-1938 dönemi ise Batılı devletlerle arasındaki bazı ana veya ikili sorunları halleden Türkiye’nin, Lozan’da Misak-ı Milli hedefleri doğrultusunda çözülemeyen ve sonraya bırakılan bazı meseleleri çözdüğü veya çözmeye çabaladığı yıllardır. Bu dönemde Türk dış politikasının ana sorunlarından biri de yaklaşmakta olan yeni bir Dünya Savaşı öncesinde, İtalya gibi yayılma emareleri göstermeye başlayan ülkelere karşı ittifaklar ile kendi güvenliğini sağlamak olmuştur. Türkiye komşularıyla münasebetlerini büyük ölçüde hallederek milletler arası münasebetlerde oldukça güçlü bir konuma gelmiştir. Türkiye’nin elde ettiği bu konum, dış ilişkilerde bağımsız ve eşit bir statü kazanmasından dolayı önemlidir. Türkiye 1932-1938 devresinde daha çok elde ettiği statüyü yine barışçı bir politika takip ederek korumaya çalışacaktır.

HATAY MESELESİ

Bu dönemde Boğazlar ile ilgili olarak Lozan’da hem güvenlik, hem de egemenlik bakımından aleyhimizde oluşan durumun lehimize döndürülmesi için Türkiye, 1933 yılından itibaren girişimlerde bulunmuş ve nihayet 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile sorun istediğimiz gibi çözülmüştür.

Yine bu dönemde Atatürk’ün ısrarla takip ettiği bir diğer milli mesele de Hatay’ın ana vatana katılması olmuştur. Temmuz 1938’de Türk ordusunun Sancak’a girişi ile belli bir aşamaya getirilen Hatay meselesi, nihayet Eylül 1938’de kurulan Hatay Cumhuriyeti Devleti Meclisi’nin 29 Haziran 1939’da yaptığı bir toplantıda oy birliği ile ana vatana katılma kararı alması ile Türkiye’nin istediği bir şekilde çözülmüştür.

1932-1938 devresi milletler arası münasebetlerin siyasi ve ekonomik olmak üzere iki yönü vardır. 1929-1930 dünya ekonomik buhranı devletlerin dış politikalarını tekrar gözden geçirme zorunluluğunu doğurmuştur. Ekonomik mücadelenin devletlerin siyasi münasebetlerinde önemli rol oynaması, birtakım gruplaşmalara ve gruplar arası ilişkilerin sertleşmesine neden olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı galip devletleri Versailles, Saint Germain, Triannon, Neuilly Antlaşmaları ile sağlanan durumun (statü) korunmasına çalışarak “antirevizyonist grubu” meydana getirmişlerdi. Buna karşılık Almanya ve Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerinden olmasına rağmen umduğunu bulamayan İtalya, Versailles Antlaşması’nda kaybettiklerini tekrar alma çabasına girerek “revizyonist grubu” oluşturmuşlardır.

Türkiye, Lozan’da Misâk-ı Milli ilkelerini tam manasıyla gerçekleştiremediği hâlde “antirevizyonist devletlerin” (galiplerin) yanında yer almayı tercih etmiştir. Bu politik kararda iki sebep etkilidir. İlki, “Türkiye’nin güvenliğini gaye tutan hiçbir milletin aleyhinde olmayan bir barış yönelimi bizim düsturumuz olacaktır” ilkesinin benimsenmiş olmasıdır. Diğeri ise Milli Mücadele döneminden itibaren Türkiye’nin kuvvetli bir müttefiki olan Rusya’nın, Alman ve Japon tehlikelerine karşı antirevizyonist gruba yönelmesidir. Bu yöneliş Türkiye’yi de bu yönde etkilemiştir. 1938 yılına gelindiğinde hükümet, 1932-33 döneminde % 23’lerde olan savunma harcamalarını % 44’e çıkarmıştı ama silahlı kuvvetler hâlâ modern teçhizattan yoksundu.

Ordunun toplam kuvveti hâlâ I. Dünya Savaşı’ndan kalma silahlara sahip 150.000 askerden oluşuyordu. Ordunun az sayıda tankı ve zırhlı aracı vardı ve ulaşım çoğu yerde atlarla veya katırlarla sağlanıyordu. 1937 yılında Hava Kuvvetlerinin (yarısı modern olmak üzere) 131 uçağı bulunuyordu ve donanmadaki en büyük kruvazörü Almanya’dan alınan Yavuz zırhlısı idi.

ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKASINDA TEMEL İLKELER

Atatürk döneminde (1923-1938) Türk dış politikası uygulamalarına bakıldığı zaman bu politikanın bazı temel ilkelere dayandırıldığı görülmektedir. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:

Gerçekçilik, Tam Bağımsızlık, Barışçılık, Güvenlik Politikası ve İttifaklar Sistemini Önemseme, Savaşılan Batılı Ülkelerle İyi İlişkiler Geliştirmek, Çağdaş Dünyaya Yönelmek, Akılcılık ve Milli Güce Dayanma. Bu ilkelerin tamamı milliyetçilik ilkesinden hızını ve gücünü almaktaydı. Küresel emperyalizme karşı gerçekleştirilen Milli Mücadele ve Misak-ı Milli hedeflerine ulaşmak ülküsü yeni Türk devletini var etmişti. Şimdi Türk milletini, Türk kimliğini koruyarak çağdaş medeniyetin üzerine çıkarmak kavgası verilecekti. Atatürk’ün milli dış politikasını, ilkeler çerçevesinde kendi sözleri ile ortaya koyalım:

MİLLİ SİYASET: MİLLİ GÜCE DAYANMAK

Atatürk dönemi Türk dış politikası uygulamalarına baktığımız zaman öncelikle, milli sınırlar içinde milli varlığımızı korumak ve ülkeyi kalkındırmak esasını görüyoruz.

Bunun için de hayaller peşinde koşmamak ve milli güce dayanmak gerekmektedir. Dış siyaset, ülkenin imkânlarına dayanmalı, bunlarla orantılı olmalı; ülkedeki iç kuruluşlarla uyumlu bulunmalıdır:

“Bizim açıklık ve uygulanabilirlik gördüğümüz siyasi meslek, millî siyasettir. Dünyanın bugünkü umumi şartları ve asırların dimağlarda ve karakterlerde biriktirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur; ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.

YARIN: BAĞIMSIZLIK