Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik hasmane tutumunun yeni tezahürlerini görmeye devam ediyoruz. Uluslararası hukuktan, komşuluk hukukundan ve iyi niyetli diplomatik ilişki tesis etme ilkesinden hiç nasibini almamış olan Yunanistan, tahrik etmekten vazgeçmiyor. Altına imza attığı uluslararası anlaşmaların gereğini yerine getirmeyi ahde vefa göstermeyeceğini defaatle ortaya koyan Atina, silahsızlanmasını kabul ettiği adalara askerî yığınak yaparak bölgemizi istikrarsızlaştırma niyetini bir kez daha ortaya koydu.

Son olarak Midilli ve Sisam adalarına askerî araçların nakledildiği TSK’ya ait İHA’lar aracılığıyla ifşa oldu. Atina, Ege Denizi’ndeki adalara askerî araç konuşlandırmakla ne amaçlıyor olabilir? Oradaki araçlarla Türkiye’yi mi işgal edeceğini sanıyor? Türkiye saldırsa oradaki araçlarla mı karşı koymayı planlıyor? Askerî ve stratejik açıdan akıl ve mantıkla izahı güç bu hareketlerin provokasyondan başka bir anlamı olabilir mi?

Yunanistan’ın ipe sapa gelmez iddiaları, duymaktan bıktığımız yalanları artık kabak tadı vermeye başladı. AB çatısı altında birlik içinde oldukları ülkeler dahi, Yunanistan’ın ortaya attığı iddiaların gerçekleri yansıtmadığını ikrar etmeye başladı. Yunanistan’ın bir AB kurumu olan Frontex ile birlikte göçmenleri geri itme esnasında yüzlercesinin ölümüne sebep olduğunu görüp duymayan kalmadı. Yunanistan’ın bir AB üyesi olmasına rağmen, AB’nin Rusya’ya yönelik ambargosunu deldiği de uluslararası basın tarafından ifşa edildi. Yani Yunanistan, taahhütleri yerine getirmeme konusunda Türkiye ya da AB tanımıyor. Atina, başına buyruk, kaprisli ve şımarık tavrıyla herkesin canını sıkmaya başladı. 

Atina’nın gayriaskerî statüdeki adaları silahlandırmasının bağlı oldukları anlaşmaları ihlal ettiği ne kadar açıksa, Yunanistan’da yaşayan Türk azınlığın haklarını yine uluslararası anlaşmaların hilafına ihlal ettiği de o kadar açık. Bu hukuk tanımazlık, kendini bilmezlik ve küstahlıkla birleşince bu tür provokasyonların önüne geçilemiyor. Komşusunun aklıselimden yoksun tavırlarına alışkın olan Ankara ise muhatabına sakin ve sağduyulu bir şekilde karşılık veriyor.  Ancak Türkiye’nin sergilediği ağırbaşlı bu tutumun Yunanistan’a karşı bir zafiyetten kaynaklanmadığı da ortada. Bilakis Türkiye, Yunanistan’ı kendisiyle aşık açacak bir ülke olarak görmediği için Fransa’nın hibe ettiği uçakları, ABD’nin sınıra dizdiği araçları kendisi açısından bir tehdit olarak değerlendirmiyor. Türkiye, Yunanistan karşısında kendinden o kadar emin ki, Atina’nın dört gözle beklediği silah ve araçlar bizim açımızdan ciddiye alınacak türden riskler içermiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bir gece ansızın gelebiliriz” dedi diye korkulu rüya görenler, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin “Gündüz de gelebiliriz” sözleri sonrasında gündüz vakti de karabasanlar görmeye başlamış olsa gerek. Burada asıl mesele şu: Yunanistan, boyunu aşan işlere karıştığını ve Türkiye’yi tehdit etmenin elbet bir bedelinin olacağını, Türk yetkililerin verdiği bin nasihatle mi anlayacak yoksa illa bir musibet mi isteyecek?

Yunanistan, artık bölgede bir kriz üretme ve bölgeyi kaosa sürükleme aracı hâline dönüyor. Bu durum, er ya da geç ona silah veren, onun sırtını sıvazlayan ülkeler tarafından da anlaşılacak. İşte o zaman Atina dönüp arkasına baktığında kendisini şimdilerde teşvik edenlerin bile arkasında durmadığını görecek ve geri adım atmaktan başka bir çaresi olmayacak. Miçotakis ve avanesi de “sahte kabadayı” olarak yaftalanmaktan kurtulamayacak.

Eğer olur da Atina tarihteki hatalarını tekrar etmeye kalkar, yine Anadolu topraklarına göz dikip dizginleyemediği saldırganlığı yine sergilerse, işte o zaman yeni bir Hasan Tahsin ortaya çıkar ve 9 Eylül’ün yanına yeni bir zafer günü eklenir. Belki de bu sefer Türkiye sınırlarını korumakla yetinmez, burnumuzun dibindeki adalarda yeni bir statüko ortaya çıkar. Türkiye’nin Yunanistan’a misliyle cevap verme, gafillere haddini bildirme zamanı yaklaşıyor.