Avrupa Parlamentosu 17 Eylül’de Doğu Akdeniz’deki gelişmeler hakkında bir tavsiye kararı aldı. Kararda Türkiye’nin, Yunanistan ve sözde “Rum Cumhuriyetinin” münhasır ekonomik bölgesinde illegal araştırma ve sondaj faaliyetlerinde bulunduğu, tek taraflı eylemlerden kaçınması gerektiği ve Türkiye’nin tavrını değiştirmemesi halinde yaptırımların söz konusu olabileceği ifade edildi.

Bu tavsiye kararı, 1-2 Ekim’de Doğu Akdeniz gündemiyle toplanacak Avrupa Konseyi öncesinde yasama organının yürütme organına kanaatinin ne yönde olduğunu ortaya koymaktan başka bir anlam ve önem taşımıyor. Karara bakarak, Avrupa Parlamentosundaki siyasilerin Avrupalı hükümet liderlerine “Yunanistan’ın tarafını tutun” mesajı verdiğini söyleyebiliriz. Yani, karar malumun ilamından başka bir şey değil aslında.

Yunanistan ve Rumlar, Brüksel’den mesaj göndererek Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istiyorlar ancak Türkiye’nin kararlı tutumu sayesinde bu meselenin iki ülke arasında müzakere ile çözümünden başka bir seçenek görünmüyor. Her ne kadar Atina kaçak dövüşmüş ve Ankara ile müzakereye girmekten imtina etmişse de bunun sürdürülebilir olmadığını artık görmüş durumda.

Salı günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel ile yaptığı görüşmenin ardından Türkiye ve Yunanistan arasında istikşafi görüşmelerin başlayacağı ilan edildi. Bu, bir yerde Yunanistan’ın artık müzakerelere ayak diremekten vazgeçtiği anlamına geliyor. AB’nin şu an için belki de en önemli iki lideriyle yapılan görüşmeden sonra böyle bir duyurunun gelmesi, Yunanistan’ı masaya oturtmak için AB’nin de devreye girmiş olduğu şeklinde yorumlanabilir. AB, her ne kadar iki üyesine karşı Türkiye arasında bir tercihte bulunmak zorunda kaldığında Türkiye karşıtı bir tutum takınmaya daha meyilli olsa da bunun uzun vadede AB için hayırlı ve faydalı olmayacağını anlamış olsa gerek. Yunanistan’la istikşafi görüşmelerin başlayacak olması, kara suları, kıta sahanlığı, adaların silahsızlandırılması ve ulusal hava sahasının genişliği gibi sorun alanlarının hepsinin masaya yatırılacağı anlamına geliyor. Bu diyalog imkânı, Türkiye’nin en başından istediği ve önerdiği çözüm yoluydu. Almanya’nın, Türkiye ile Yunanistan arasında sürdürdüğü diplomasinin Yunanistan’ın müzakereye yanaşmasında önemli rol oynadığını belirtmek gerek.

Almanya’nın Avrupa Konseyi Dönem Başkanı olmasının yanı sıra, AB’nin başat gücü olması ve anlaşmazlığın çözümünde Yunanistan lehine tek taraflı yaklaşmak yerine iki taraf arasında diplomatik müzakereleri tercih etmesi, Yunanistan’ın düşündüğünün aksine Brüksel’in kayıtsız şartsız Atina’nın taleplerine tâbi olmayacağını da gösteriyor.

Diğer yandan NATO da iki ülke arasındaki sorunların çözümünde iki tarafın müzakerelerde bulunmasının en doğru yöntem olacağına inanıyor. Yunanistan, Fransa’nın desteğini arkasına aldığında muhtemelen hem AB hem de NATO’nun Türkiye’ye karşı daha sert bir tutum benimseyeceğini sanmıştı. Her ağladığında emzikle susturulacağını sanan şımarık Yunanistan, bu sefer emzik değil “akıllı ol” uyarısı almışa benziyor. Bu noktaya gelinmiş olmasında Türkiye’nin AB ve NATO nezdinde yürüttüğü yapıcı diplomasinin ve kararlı duruşunun hatırı sayılır katkısı olduğunu belirtmek gerek.

Önümüzdeki günlerde bir araya gelecek olan AB ülkelerinin liderleri, aklıselimle davranıp sorunun Türkiye’ye tehdit ve dayatmalarda bulunarak çözülemeyeceği hususunda uzlaşırsa, Türkiye’nin en başından beri savunduğu diplomasi masasının önü iyice açılmış olacak. Eğer liderler, siyasi bağnazlıkla hareket eden Avrupa Parlamentosu üyelerinin yaptığını yapıp Türkiye’ye karşı her şartta Yunanistan ve Rumları desteklemek gibi tek taraflı ve yanlı bir tutum takınırsa, sorunun sürüncemede kalması ihtimali artacak. AB’nin cevaplaması gereken soru şu: Diplomasi ve müzakere yolunu mu açalım yoksa her şartta Yunanistan’a destek olup Atina’nın sorun yaratan tavrına ortak mı olalım?