Son günlerde Avrupa’da enerji krizi yaşandığına dair haberler sıklaşıyor. Bunun altında yatan sebeplerden biri doğal gaz ve elektrik başta olmak üzere enerji kaynaklarının fiyatlarında yaşanan yüksek artışlar. Bu artışlar arz-talep dengesindeki bozulmanın doğal bir sonucu. Havaların soğumaya başlamasıyla daha fazla miktarda enerji talep ediliyor olmasına karşın, enerji kaynaklarının arzında aynı nispette artış yakalanamaması, birçok ülkenin stoklarının erimesine sebep oldu.

Covid-19 salgınının en belirgin etkilerinden biri, sanayi ve ulaştırma sektöründe fosil yakıtların tüketiminin ciddi derecede azalmasıydı. Petrol ve doğal gaz gibi yakıtlara olan talep düştükçe bu ürünlerin fiyatlarında da ciddi düşüşler yaşanmıştı. Salgın sonrasında normalleşme sürecinin başlamasıyla bu yakıtların tüketimi de normal seviyelere doğru çıkmaya başladı. Talep artışı, fiyatların artışını da beraberinde getirdi. Mayıs 2020’de 20 dolara kadar düşen Brent ham petrol varil fiyatı günümüzde 80 dolara yaklaşmış durumda. Bir diğer ifadeyle, ham petrolün fiyatında yüzde 300’e yakın bir atış yaşandı.

Doğal gaz içinse daha radikal bir durum söz konusu. Mayıs 2020’de megavatsaat başına 3,50 avro olan doğal gazın fiyatı, Ekim 2021 itibarıyla 95 Avro mertebesine dayanmış durumda. Bu sert yükseliş, doğal gaz fiyatının bir buçuk yılda yaklaşık 25 kat arttığı anlamına geliyor. Doğal gazın elektrik üretiminde önemli bir girdi maddesi olduğu dikkate alınırsa, elektrik fiyatlarının neden arttığı da anlaşılabilir.

Avrupa’da yaşanan bu gelişmeler, Avrupa’nın doğal gaz ve petrolde yüksek oranda ithalata bağımlı oluşunu tekrara gündeme getirdi. Rusya’nın Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamada önemli bir paya sahip olması, enerji arz güvenliği meselesinin bu tür kriz durumlarında ne denli önemli olduğunu tekrar hatırlattı. Birçok analist, Rusya’nın Doğu Avrupa ülkeleri üzerinden Batı Avrupa’ya naklettiği doğal gaz miktarındaki azalmanın bu sorunlara yol açtığını iddia etti. Rusya ise yaşanan olumsuz gelişmelerde kendi payının olmadığını, yükümlülüklerini yerine getirmeye devam ettiğini savundu.

Son gelişmelerin salgın sonrasındaki normalleşmeyle birlikte artan enerji tüketimini karşılamakta yaşanan zorluktan kaynaklandığı kesin. Ancak, bu durumun tek müsebbibinin Rusya olduğunu savunmak güç. Ancak, bu şartların Rusya’ya Avrupa üzerindeki enerji hakimiyetini kullanmak ve buradan jeostratejik önemini artırmak için bir fırsat sunduğu bir gerçek. Zira Rusya, Avrupa’nın enerji arzı kaynaklı sorunlarının giderilebilmesi için inşası tamamlanan Kuzey Akım-2 hattının derhal devreye sokulması gerektiği söylemini daha sıkı savunabilecek. Rusya, bu hattın çalışmaya başlamasıyla özellikle kış aylarında kesintisiz bir şekilde daha büyük miktarda gaz ihracatı yapabileceğini, bunun da Avrupa ülkelerinin giderek azalan enerji stoklarını desteklemek için önemli bir araç olacağını belirterek elindeki kozu oynamış olacak.

Batı Avrupa’nın doğal gaza erişimi sekteye uğradığı için daha önce de yaşadığı enerji krizi biliniyor. Avrupa bunun tekrarının önlenmesi için “enerji güvenliği” konusunu AB’nin öncelikleri arasına almış ve enerji kaynaklarına ulaşım için yeni hatlar, kaynak ülkeler üzerinde arayışa geçmişti. Türkiye üzerinden geçen TANAP, Hazar kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılması suretiyle AB’nin enerji güvenliği için bir alternatif olarak AB’nin önem atfettiği güzergahlardan biri olmuştu.

Son zamanlardaki gelişmelerin, TANAP gibi yeni nakil hatları arayışını hızlandırması mümkün görünüyor. Bu çerçevede, Doğu Akdeniz’in stratejik önemi de elbette artacak. Kış aylarında enerji ihtiyacı arttıkça, Doğu Akdeniz kaynaklarının bir an evvel Batı Avrupa’ya naklini mümkün kılacak yeni nakil hatları daha çok gündeme gelecek. Avrupa üşüdükçe, Doğu Akdeniz’deki tartışmalar ısınacak.