2019 yılında bütün dünyayı etkisi altına alan Kovid-19 pandemisi küresel ekonomik düzeni âdeta altüst etmiş, tedarik zincirini bozmuş, üretimi durma noktasına getirmiştir. Pandeminin etkisinin azalması, kapanmaların sona ermesi, tedbirlerin kaldırılmasıyla beraber ekonomik hareketlilik beklentisi artsa da Rusya-Ukrayna savaşının başlaması ile beraber hâlihazırda bir buhran süreci yaşayan küresel ekonominin olumsuz yönlü seyri daha derin hissedilmeye başlamıştır.

Avrupa ülkeleri, enerji, gıda, kira gibi yaşam maliyetlerini doğrudan etkileyen kalemlerin fiyatlarındaki hızlı artış karşısında çözüm bulamamaktadır. Bununla beraber hızla yükselen enflasyonu dizginleyebilmek adına pek çok merkez bankasının agresif bir faiz artırımı yoluna gitmesi ise istenilen sonucu vermemekle beraber dünyayı da bir resesyon riskiyle karşı karşıya bırakmıştır.

Ekim ayında enflasyonun Avrupa’da çift hanelere ulaşması ve durumun bir türlü kontrol altına alınamaması grev ve protestoları da beraberinde getirmiştir. Enflasyonun tarihi seviyelere ulaşması karşısında Avrupa’da işçi sendikaları daha yüksek ücret talep ederken vatandaşlar da yaşam maliyetlerinden duydukları hoşnutsuzluklarını dile getirmek adına protestolara koyulmuş öyle ki yaşanan protestolar siyasi istikrarı da tehdit eder hâle gelmiştir. Yaşanan protestolarda doğrudan hükümet karşıtı söylemlerin olması ve bazı Avrupa ülkelerinde de AB karşıtı seslerin yükselmesi ise dikkat çekici olmuştur.

İngiltere, İspanya, Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve Yunanistan’da yaşanan protestolar ve iş bırakma eylemleri söz konusu ülkelerdeki vatandaşların hoşnutsuzluğunu ortaya koyarken yine aynı ülkelerde pek çok sektörü de olumsuz yönde etkilemiştir.

Avrupa’da hasıl olan grev ve protestoların ulaşım, enerji, metal endüstrisi, iletişim ve haberleşme, kamu hizmetleri gibi sektörlerin tamamına yayılması, söz konusu alanlarda üretimi olumsuz etkilerken, çalışanların ve vatandaşların henüz taleplerine karşılık bulamaması da grev dalgasının etkisinin uzun süre daha devam edeceği gerçeğini Avrupa ülkelerinin karşısına çıkarmıştır.

Yaşanan protestoların yüksek katılımlı ve toplumsal düzeyde devam etmesi yine bununla beraber pek çok ülkede sendikaların ardı ardına ileri tarihli grev kararlarını açıklaması siyasi istikrarı da tehdit eder hâle gelmiş, hükümetleri çeşitli krizlerle karşı karşıya getirmiştir.

İspanya’da yaşanan protestoların “ya zam ya da çatışma” boyutuna gelmesi, Fransa’da TotalEnergies ve Esso-ExxonMobil çalışanlarının iş bırakmasıyla akaryakıt tedarik sıkıntısının yaşanması, Almanya’da özellikle de metal ve hava yolu şirketlerinin grev kararları ile beraber diğer ülkelerde de hemen hemen her sektörü kapsayan iş bırakma eylemlerinin yaşanması protesto boyutunu aşmış, toplumsal krizlere dönüşmüştür.

Avrupa’da önemli ekonomi ve düşünce kuruluşlarının ortaya koyduğu raporlar ise reel gelir kayıplarının artmaya başladığını, bu kayıpların önümüzdeki yıllar içerisinde de devam edeceğini ortaya koymaktadır. Örneğin; Almanya’da faaliyet gösteren Ekonomi Araştırma Enstitüsü (Ifo) bu yıl petrol fiyatlarının Alman ekonomisinde 64 milyar euro reel gelir kaybına yol açacağı ve bunun ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 1,8’ine denk geleceği tahmininde bulunmuştur.

Görünen tabloda Avrupa’nın yaşadığı ekonomik sıkıntıların önümüzdeki süreçte de artarak devam edebileceği bununla beraber yaşanan protestoların hükümet değişikliklerini de beraberinde getireceği hatta ve hatta devletlerin ekonomik politikalarında köklü değişimler yaşanırken AB’nin de geleceğinin olumsuz etkilenebileceği yorumu yapılabilmektedir.

Küresel anlamda yaşanan ekonomik buhrandan Türkiye de doğal olarak etkilenmiştir. Tüm dünyada olduğu gibi enflasyon artmış, gıda ve enerji fiyatları yukarı yönlü hareket göstermeye başlamıştır. Burada Türkiye ortaya koyduğu kendine has “Türkiye Ekonomi Modeli” ile üretim ve ihracata dayalı büyüme yolunu tercih ederek orta ve uzun vadede kalıcı bir istikrar ile ekonomik refahı sağlayacağını şimdiden göstermiştir.

Pek çok Avrupa ülkelerinde vatandaşlar enflasyon altında ezilirken ve yüksek enflasyona karşın daha yüksek ücretler talebiyle grevler, protestolar düzenlerken, Türkiye, vatandaşını enflasyon karşısında ezdirmemek adına gerekli atılımlarını yapmıştır. Ayrıca stokçuluk, karaborsacılık ve fahiş fiyat artışlarının önüne geçebilmek adına gerekli kontrol mekanizmalarını da çalıştırmaya devam etmektedir. Tüm bunlarla beraber halkın ucuz ve kaliteli ürünlere ulaşabilmesi adına da gerekli girişimlerini sürdürmektedir.

Türkiye her anlamda kendi kaderini kendisi tayin ederken, önümüzdeki süreç içerisinde küresel anlamda kendini “güçlü” ekonomi olarak tanımlayan ve bu şekilde kabul gören Avrupa ülkelerinin geleceğinin ekonomik istikrarsızlık çemberi içerisinde şekilleneceği ise şimdiden kendisini göstermiştir.