Ayasofya’nın dünyanın en kıymetli eserlerinden biri olduğu tartışma götürmez. Her milletten milyonlarca insanın ziyaret ettiği Ayasofya, yaklaşık 85 yıldır müze olarak hizmet veriyordu. Danıştayın geçtiğimiz gün verdiği karar ve ardından Cumhurbaşkanı’nın imzaladığı kararname ile artık Ayasofya bir cami olarak kullanılacak. Bu tarihî bir gelişmedir ve birçok yansımasının olacağı muhakkaktır. Nitekim, yurt içinden ve dışından olumlu ya da olumsuz yönde birçok yorum ve değerlendirme yapılmıştır, yapılmaya da devam edeceği kesindir.

Öncelikle hatırlatmak gerekir ki, Ayasofya’nın bir müze ya da cami olarak kullanılmasını takdir etme yetkisi ne Yunanistan’a ne Papa’ya ne de UNESCO’ya aittir. Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı mülkiyetinde olup cami olarak toplumun hizmetine sunulmuştur. Danıştay kararı, vakıf malı olan caminin Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilmesinin vakıf senedine aykırılık teşkil ettiğine hükmetmiş ve bu bakanlar kurulu kararını iptal etmiştir. Dolayısıyla ortada, bazılarının iddia ettiği gibi Hristiyanlara ait olan bir malın gasbı gibi bir durum değil, aksine bir hakkın teslimi söz konusudur. Ayrıca, Ayasofya’nın hukukî statüsünü belirlemenin Türkiye’nin münhasır yetkisinde olduğu gerçeğini dikkate almadan yapılacak her türlü yorum, abesle iştigaldir.

UNESCO tarafından 1972’de kabul edilen Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’ye istinaden Ayasofya 6 Aralık 1985 tarihinde Dünya Miras Listesi’ne dâhil edilmiştir. Sözleşmenin 6. maddesindeki hüküm uyarınca; kültürel ve doğal mirasın, toprağı üzerinde bulunduğu devletin egemenliğine tam manasıyla saygı gösterileceği ve iç hukukun sağladığı mülkiyet hakkına zarar verilmeden bu evrensel mirasın iş birliği ile korunup gözetileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Dünya Miras Listesi’ne atıfla yapılanın sanki uluslararası bir anlaşma ihlal ediliyormuşçasına sesini yükseltenler, mezkûr listede yer almanın hukukî statüye ve cami üzerindeki egemenlik haklarına hiçbir kısıtlama getirmediğini bilmedikleri için boşa nefes tüketmektedir.

Ayasofya-i Kebir Camii’nin tekrar aslî vasfına uygun olarak hizmet vermeye başlaması, bekleneceği üzere bazılarını deliye çevirdi. Örneğin Yunanistan, dünya kültür mirasına zarar verildiği gerekçesiyle Türkiye’yi eleştirmeye ve yaşadığı “derin üzüntüyü” her fırsatta Türkiye karşıtlığını pekiştirecek şekilde dile getirmeye başladı bile. Diğer dinlere saygıdan dem vuranların, kendi ülkesindeki Müslümanlara ne tür zulümlerde bulunduğunu illa ki hatırlatmamız gerekecek. Batı Trakya’daki Türk azınlığın İslamiyet’i yaşamasına izin vermeyen Yunanistan, Türkiye’ye din ve inanç özgürlüğü konusunda eleştiri yöneltecek son ülke olduğunu hâlâ anlayamamış.

Başkentinde cami bulunmayan tek ülkenin Yunanistan olduğunu söylersek, Yunanistan’ın İslamiyet’e ve din özgürlüğüne bakışını aslında özetlemiş oluruz. Ülkesinde ezan sesinden korkanların, fethin sembolü olan Ayasofya’dan çan sesi beklemesi olmayacak bir hayaldir. Ayasofya’nın kapıları ardına kadar aralanmış, Ayasofya’dan yankılanan ezan sesi Bizans kalıntılarını rahatsız etmiştir.

İç politikada ise eleştirilerini duyduklarımızın elle tutulur ve makul hiçbir görüş öne süremedikleri ve tek dertlerinin hükümeti eleştirmiş olmak olduğu anlaşılıyor. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinin bu mabedin değerini azaltacağını sananlar büyük bir yanılgı yaşıyor. Yüzlerce yıl kilise, ardından da fetihle birlikte cami olarak hizmet veren Ayasofya, artık tertemiz alınların secdeyle buluşmasına hizmet ederek değerine değer katacak.