Günümüz aydınının en önemli zihni meselesi her hâlde milli aidiyetine mesafeli oluşu ve düşünce dünyasının merkezine bu aidiyeti koyamayışı ile başlıyor.

Mesele Tanzimat’la birlikte zihin dünyamıza arz-ı endam ediyor ama günümüzde sorun galiba dibe vuruş aşamasında.

Tabi ki bu durum doğal bir refleksi beraberinde getiriyor:

Ömer Seyfettin'in, "Efruz Bey" isimli kısa romanında olduğu gibi, cehaletini klişe cümlelerle kapatmaya çalışan aydını, halk o "halk çelebiliği vasfınca" ötekileştiriyor.

Halbuki aydın kimliğini en doğru tanımıyla ifade edip bu kimliğe anlam kazandıran Ziya Gökalp, "Halka Doğru" yaklaşımıyla doğru adresi vermiş, aydını tamamlayan unsurun halk olacağı formülünün altını yirminci yüzyılın başında çizmiştir.

Ama bu halka gidişler de gayri milli ideolojilerin rehberliğinde olduğu zaman ortaya sosyalist bir artislik, politik bir kurmaca çıkmıştır.

Çünkü halka gidenler toptancı bir bakışla halkı ideolojik bir element olarak görmüşlerdir.

Meselenin özü buradadır: Milli kültürün ciddiye alınmaması; bu kültürün zengin birikimini görmemeyi tercih etmek.

İşte bu durum, ister istemez evrensel kültüre acentalık sonucunu getirecektir.

Olan olmuştur; "Biz adam olmayız" zihin hapıyla başlayan kusurlu bakış, evrensel kültürün acentalığı sonucunu getirmiştir.

Bugüne gelindiğinde görülen tabloda sosyalist sol da, liberal ortacılık da ve kozmopolit İslamcı sağcılık da evrensel kültür kavramının etrafında dönüyor.

Kimisi Marx'ın fikirleri etrafında, kimisi John Locke, kimisi de Fazlur Rahman ve benzeri düşünce adamlarının görüşleri çerçevesinde bir dünya tasavvuru yapıyor.

Bunlara göre küresel dünya tasavvuru çağdaşlık ama milli kültür etrafında toplaşmak gerici, ilkel ve ırkçı davranmaktır.

Halbuki evrensel kültür, suya yazı yazmaktan ibarettir.

Soyuttur, elle tutulamaz, yapaydır, kurgusaldır.

Renklidir, çok dillidir, cazibelidir.

Bu yüzden tuzaklarla gizlidir.

İnsanı, aydını kendi ikliminden uzak tutmak maharet ister bu yüzden kurnazdır.

Halbuki, esas olan şey yakınında bulunan, dokunduğun, konuştuğun, anlaştığın, kavga etsen bile barışma ihtimali olan iklimdir. Bu iklim durağan değildir; üretkendir; rafinedir ve milli kültürün şifrelerini taşır. İşte millet bu iklimin maddi manevi topluluğudur.

Aydın bu iklime yabancıdır; zira yabancılaşmaya gönüllüdür.

Yüz yıl boyunca aydının sancısı sona ermemiş, çeşitlenmiştir.

Evrensel kültürün psikosomatik etkisi azalacağına çoğalmış, Tanzimatçı aydın tipinden sonra günümüz aydınları postmodern gelişmelere zihninin kapılarını sonuna kadar açarak bir tuhaf gayri milli blok meydana gelmiştir.

Milli aidiyet, kimilerinin dediği gibi milli egonun, ulusal bencilliğin sonucu değildir. Aksine insan olmanın, üstelik mütekamil bir dünya insanı olmanın şartıdır.

1922'de "Milletlerin Müsaviliği" üzerine o ihtişamlı yazıyı kaleme alan Ziya Gökalp, aynı yıllarda Diyarbakır'dan kendisini ziyarete gelen hemşehrilerine köylerine döndüklerinde boş durmayıp, atasözü, deyim, özlü söz, masal gibi kültür kaynaklarını araştırıp göndermelerini öğütlemiş ve bunları edinerek kültürel hazinemize katmıştır.

Milliyetçilik, küreselcilerin iddia ettiği gibi dünyadan soyutlanmayı kabul etmez; ancak acentalığı reddeder ve milli kültürün yaşatılıp zenginleşmesini esas alır.

Aydın, bu yolun yolcusu olduğu zaman gerçeğin izini sürmüş olur ve evrensel kültürün psikosomatik ağrılarından kurtulur.

Böylece herkes huzur bulur.