Yaklaşık otuz yıldır devam eden Azerbaycan topraklarındaki Ermeni işgali, 44 gün süren çatışmaların ardından sona erdi. Azerbaycan, uluslararası hukukun kendisine tanıdığı meşru müdafaa hakkı kapsamında yürüttüğü askerî harekâtta üstün başarı sergileyerek siyasi sınırların kendi lehine olacak şekilde değişmesini sağladı. İki ülke arasında imzalanan anlaşma, sadece Bakü’nün maruz kaldığı haksızlıkları ve illegal işgali sona erdirmekle kalmadı, bölgedeki stratejik dengelerin değişmesine de sebep oldu. Savaşın ardından yeni oluşan şartlar, bölge ülkelerinin stratejik hesaplarını gözden geçirmelerini gerektiriyor.

Savaşın kazananının Azerbaycan, kaybedeninin ise Ermenistan olduğu tartışmasız bir gerçek. Ancak, Karabağ’daki ihtilafın en başından beri Ermenistan’a yakın duran İran’ın yeni konjonktürde kaybeden mi, kazanan mı olduğuna da bakmak gerekiyor. Her ne kadar İran, son çatışma sürecinde tarafsız olduğunu ifade etmiş ve varılan anlaşmadan memnuniyet duyduğunu dile getirmişse de anlaşma sonrasında İran’ın kaybeden tarafta olduğunu söylemek mümkün. Son zamanlarda İran’ın stratejik kayba uğradığına dair değerlendirmeler yapılmaya başlandı bile.

Öncelikle, İran’da yaşayan yaklaşık 30 milyon Türk’ün ve İran’ın kuzeyinde “Güney Azerbaycan” diye anılan geniş bir coğrafyanın varlığını akılda tutmak gerek. İran’daki Türk varlığının Azerbaycan ve Türkiye’ye etnik, dilsel ve kültürel açıdan çok yakından bağlı olmasının, Tahran rejiminin kaygılarından bir husus olduğu herkesin malumu. Türklük kimliğinin örselenmesi için Tahran yönetiminin Farslaştırma politikalarına, baskı ve korkutmaya sıkça başvurduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, Türkiye’nin desteği ile Azerbaycan’ın Erivan’a karşı zafer kazanmasının Tahran’ı huzursuz edeceği kesin. Zira son savaş, Ankara-Bakü ittifakını sadece devletler arası ilişkiler seviyesinde değil halklar seviyesinde de pekiştirdi. Azerbaycan’da sevinç gösterileri yapanların Türk bayrakları taşıması ve “tek millet” vurgusunun sıkça tekrarlanması, Azerbaycan’da Türklük millî şuurunun pekiştiğini gösterdi. Bunun İran Türklüğüne yansıması, Tahran için istenecek son şeydir.

Azerbaycan’ın Zengezur hariç İran’la olan sınırında tekrar hâkimiyeti ele geçirmesi de İran’ın Ermenistan’la olan bağlantısının sınırlandırılması anlamına geliyor. Üstelik, Nahçıvan ile Azerbaycan arasında Zengezur üzerinden geçecek bir koridorun açılacak olması, İran-Ermenistan bağlantısının bundan sonra Azerbaycan tarafından kontrol edilebileceği anlamına geliyor. İran’ın Ermenistan’a karadan göndereceği yardımlar yeni dönemde zaafa uğrayacak. İran, Ermenistan’a eskisi kadar destek olamayacak, Azerbaycan aleyhine gizli yürüttüğü faaliyetler zayıflayacak. Bu açıdan da İran’ın kaybeden tarafta olduğu söylenebilir.

Nahçıvan-Azerbaycan koridoru, Türkiye’nin de Azerbaycan’a doğrudan bağlantı kurabilmesi anlamına da geliyor. Ermenistan’ın iki ülkenin bağlantısı açısından bir engel olmaktan çıkması; insani, kültürel ve ticari ilişkilerin gelişmesi için yeni fırsatlar ortaya çıkaracak. Bu çerçevede, Ankara-Bakü arasında doğrudan bağlantı sağlayan bir tren hattının ve kara yolunun inşa edilmesi için hemen harekete geçmek gerek. Dost ve kardeş iki ülkenin başkentlerinin havadan olduğu gibi karadan da bağlanmış olması, sadece ulaşımın kolaylaşması bakımından değil, sembolik anlamı bakımından da önemli. İran ise transit ülke olma konumunu kaybedecek ve hem Türkiye, hem de Azerbaycan için İran’ın önemi azalacak.

Türkiye’nin Azerbaycan’la doğrudan bağlanabilmesi, Türkiye’nin Orta Asya’ya açılışını da kolaylaştıracak. Önümüzdeki yıllarda, Türkmenistan-Azerbaycan arasında inşa edilmesi planlanan Trans-Hazar boru hattı dâhil olmak üzere, Hazar Denizi’ndeki enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden Batı’ya ulaştırılması açısından da önemli gelişmeler yaşanabilecek. Bu durum, Türk cumhuriyetleri arasındaki bağlantısallığın artmasıyla beraber enerji kaynakları üzerinden İran’ın elde etmeye çalıştığı stratejik önemi de zayıflatacak. Kısacası, Kafkasya’da İran zayıflarken, Türkiye’nin stratejik önemi artacak.