Uluslararası ilişkilerin temel aktörü olan devletler, ancak aralarındaki ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları ve temel ilkeler üzerinde sağlanan mutabakatla anarşik bir sistemden uzak kalabilirler. Aksi halde, nasıl devlet otoritesinin olmadığı bir ülkede bireyler arasında hak ve hukuk tanınmaz, hukuksuzluklar yaptırıma bağlanamaz ve anarşiye kapı aralanırsa, uluslararası sistemin kural ve ilkeleri hiçe sayıldığında da devletler arasında anarşik bir yapının, istikrarsızlık ve kaosun ortaya çıkması engellenemez.

Diğer bir ifadeyle, uluslararası sistemde anarşi durumundan uzak kalmanın şartlarından biri, uluslararası hukukun temel ilke ve normlarına uygun davranılmasıdır. Egemenliğe saygı, toprak bütünlüğünün korunması, içişlerine karışmama ve kuvvet kullanmama, günümüzde norm kabul edilen ve geçerliliği tartışılmayan ilkeler olarak uluslararası barış ve düzenin dayanak noktaları olarak kabul edilir.

Ülkeler arasında dostane ilişkiler kurmak ve varsa ihtilafları çözmek, savaşları önlemek, barışa yönelik tehditleri gidermek ve kalıcı istikrar ve refah için uluslararası ekonomik ve sosyal iş birliğini sağlamak mevcut Birleşmiş Milletler sisteminin temel hedefleridir. Bu alanlarda sorunların çıkması halinde, özellikle BM Güvenlik Konseyi’nin devreye girerek çatışmaları sonlandırması, tarafları müzakereye oturtması ve barışın tesisi için çabalaması beklenir. Hukukî anlaşmazlıklarda ise Uluslararası Adalet Divanı’na önemli görevler düşer.

Ermenistan’ın dost ve kardeş Azerbaycan topraklarına yönelttiği saldırılara bakılırsa, Ermenistan’ın uluslararası ilişkilerin temel kurallarını hiçe saydığını, barış ve istikrar için ciddi bir tehdit olduğunu, dolayısıyla sadece Azerbaycan için değil tüm bölge için bir tehdit olarak belirdiğini görmemek imkânsız. Ermenistan, 30 yıldır işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmemekle kalmayıp hâlâ masum sivillerin ölümüne yol açacak şekilde meşruiyeti olmayan kuvvet kullanımına cüret etmekten çekinmiyor.

Oysa BM şartında açıkça kayıt altına alınan “uluslararası hukukta kuvvet kullanma yasağı” uluslararası hukukun bir emredici kuralı (jus cogens) hâline gelmiştir. Bu kural BM şartının 2. maddesinin 4. fıkrasında belli istisnalar haricinde açık bir şekilde yasaklanmıştır. Hem bireyler hem de devletler için evrensel bir hak olan “meşru müdafaa hakkı” kuvvet kullanımı yasağının istisnalarından biridir.

Ermeni saldırıları uluslararası hukuk ve BM şartının nasıl açık bir ihlali ise, Azerbaycan’ın bu saldırıya kuvvet kullanarak cevap vermesi en az o kadar hukukî ve meşru bir hak. Azerbaycan, kendi topraklarını özgürleştirmek ve saldırıya karşılık vermekten dolayı asla eleştirilecek bir konumda değil. Hatta Bakü, Ermenistan’ın işgali altında olduğu BM kararları ile tescil edilmiş topraklarını kurtarmak ve bölgeden zorla göç ettirilmiş vatandaşlarını ana yurtlarına döndürmek için kuvvet kullanımına devam etse, bu durum dahi uluslararası hukuk açısından meşru kabul edilebilir. Ancak, Ermenistan’ın saldırganlığının hiçbir surette makul ve meşru sayılamayacağı tartışmasızdır.

Hâl böyleyken, BM Güvenlik Konseyi’nin sivil kaybını ve güç kullanımını kınayarak her iki tarafa da çatışmalara son verme, gerginliği azaltma ve müzakerelere geri dönme çağrısı yapmış olması âdil değil. Sanki Ermenistan işgalci bir ülke değil, sanki Erivan hiçbir meşru gerekçe olmadan saldırıya geçmemiş gibi bir varsayımla iki tarafa birden aynı çağrıda bulunmak, Ermenistan’ın saldırganlığını ve hukuk tanımazlığını göz ardı etmek olmuyor mu?

Sınırda yaşanan sıradan bir çatışma değil, işgalci bir ülkenin mütecaviz adımları söz konusu iken BM üzerine düşeni yapıp, işgalci ve saldırgan Erivan’ı tek başına hedef almalı, Azerbaycan topraklarının işgalden kurtarılmasına yönelik yaptırımları gündeme getirmeliydi. Onlar bunu dile getirmemiş olsa da Ermenistan ağır bir yenilgiye maruz kalmak istemiyorsa, işgal ettiği topraklardan derhal çekilmelidir. Yoksa Azerbaycan ordusunun haklı yürüyüşü devam edecek ve işgal edilmiş Türk yurdu peyderpey azat edilecektir.