DR. ERHAN TÜRBEDAR ile söyleşi: OSMANLI DEVLETİ, BALKANLAR’I NASIL KAYBETTİ?

Türklerin Balkanlar’daki varlığı Slavlarınki kadar eskidir. Eski çağlardan kalma anıt ve kalıntılar, Osmanlı’dan önce Balkanlar’a gelmiş olan çeşitli Türk boylarına işaret etmektedir. 372 yılı dolaylarından itibaren sırasıyla Hun, Avar, Proto-Bulgar, Peçenek, Oğuz, Kuman, Hazar ve Selçuklu Türklerinin Balkanlar’a akınlar düzenlediği bilinmektedir. Bu Türk boylarının Balkanlar’daki kentlere, nehirlere, dağlara, köylere, tepe ve yaylalara verdikleri adların bazıları günümüzde de kullanılmaktadır.

OSMANLI HÂKİMİYETİ

Bölgeye 14. yüzyılda giren Osmanlı Devleti ise Türklerin Balkanlar ile hem en kalıcı ilişkilerini geliştirmiş hem de bölgenin siyasi, ekonomik ve sosyal hayatında büyük değişimler meydana getirmiştir. 14. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı Devleti Balkanlar’ın tarihini şekillendiren en büyük siyasi güç olmuştur. 1352 yılında Gelibolu’nun yakınlarındaki Çimpi Kalesi’nin ele geçirilmesiyle Osmanlılar Balkanlar’a ilk adımını atmıştır. Yaklaşık 345 yıllık ilerleme süreci boyunca Osmanlılar Balkanlar’ın büyük bölümü ve Orta Avrupa’nın bir kısmı üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Osmanlı’nın Orta Avrupa ve Balkanlar’dan geri çekilme süreci ve bu bölgeyi tamamen kaybetmesi ise yaklaşık 213 yıl sürmüştür.

2. VİYANA KUŞATMASI DÖNÜM NOKTASI OLDU

1683 yılında gerçekleştirilen İkinci Viyana Kuşatması’ndaki bozgun, Osmanlı’nın Orta Avrupa ve Balkanlar’daki varlığı bakımından bir dönüm noktası olmuştur. Bu kuşatmanın ardından yaşanan savaşlar Osmanlı’nın Orta Avrupa ve Balkanlar’da geniş topraklar kaybetmesine yol açmıştır. Bu savaşlarla ayrıca Osmanlı gücünün yenilebilir olduğu görülmüş, bu durum Habsburg (Avusturya) ve Rusya’nın Balkanlar üzerindeki ilgisini artırırken, daha sonraki yıllarda Balkanlar’da ulusçuluk ve bağımsızlık fikirlerini teşvik etmiştir. 18. yüzyıldan itibaren Venedik, Avusturya ve özellikle Rusya ile yaşanan savaşlar Osmanlı Devleti’nin kademeli bir şekilde Orta Avrupa ve Balkanlar’dan geri çekilmesiyle sonuçlanmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ile Balkanlar’daki hâkimiyeti önemli ölçüde zayıflayan Osmanlılar, 1912-1913 Balkan Savaşları’ndan sonra, Trakya bölgesi hariç, Balkanlar’ı tamamen kaybetmiştir.

14 - 20. Yüzyılların arasında Osmanlı Devleti, Balkanlar’ın tarihini şekillendiren en büyük siyasi güç olmuştur. 1352 yılında Gelibolu’nun yakınlarındaki Çimpi Kalesi’nin ele geçirilmesiyle Osmanlılar Balkanlar’a ilk adımını atmıştır. Yaklaşık 345 yıllık ilerleme süreci boyunca Osmanlılar, Balkanlar’ın büyük bölümü ve Orta Avrupa’nın bir kısmı üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Osmanlı’nın Orta Avrupa ve Balkanlar’dan geri çekilme süreci ve bu bölgeyi tamamen kaybetmesi ise yaklaşık 213 yıl sürmüştür.

 

KARLOFÇA’YLA BAŞLAYAN GERİ ÇEKİLME SÜRECİ

İkinci Viyana Kuşatması’nın gerçekleştiği 1683 yılı hem Osmanlı hem de Habsburg açısından tarihi bir dönüm noktası olmuştur. Uzayan kuşatmanın sonuç vermemesine rağmen Osmanlı ordusu geri çekilmeyince yardım kuvvetleri Viyana’ya ulaşmış ve Osmanlı’yı büyük bir bozguna uğratmıştır. Bu mağlubiyetten bir yıl sonra Osmanlı’ya karşı Habsburg’un önderliğinde Kutsal Roma İmparatorluğu, Polonya ve Venedik’in yer aldığı Kutsal İttifak (Sacra Ligua) kurulmuş, bu ittifaka iki yıl sonra Rusya da katılmıştır. Böylece Osmanlı Devleti’ne karşı dört farklı cephede koordineli saldırılar başlatılmıştır. Bu saldırıların sonucunda Habsburg, Osmanlıların kontrolündeki Macar topraklarının büyük bir kısmını (Erdel ve Slavonya bölgeleri dâhil) ele geçirmiş, Venedikliler Mora, Lika ve Dalmaçya’nın bir kısmını fethetmiş, Polonya Podolya bölgesini, Rusya ise Azak’ı geri almıştır. Yaklaşık 16 yıl süren savaş 26 Ocak 1699 tarihli Karlofça Antlaşması ve bunun devamı olarak 14 Temmuz 1700 tarihinde Rusya ile imzalanan İstanbul Antlaşması ile sona erdirilmiş, Osmanlı Devleti belirtilen bölgelerin kaybını resmi olarak tanımıştır. Böylece, yüzyıllar süren genişlemenin ardından Osmanlı, Avrupa’daki ilk ciddi toprak kaybını yaşamıştır. Dahası, Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti tarihte ilk defa karşı tarafın toprak bütünlüğünü tanımış, böylece Osmanlı ile Habsburg arasındaki sınır ilk kez belirgin bir şekilde işaretlenmiştir.

İkinci Viyana Kuşatması’nın gerçekleştiği 1683 yılı hem Osmanlı hem de Habsburg açısından tarihi bir dönüm noktası olmuştur. Uzayan kuşatmanın sonuç vermemesine rağmen Osmanlı ordusu geri çekilmeyince yardım kuvvetleri Viyana’ya ulaşmış ve Osmanlı’yı büyük bir bozguna uğratmıştır. Bu mağlubiyetten bir yıl sonra Osmanlı’ya karşı Habsburg’un önderliğinde Kutsal Roma İmparatorluğu, Polonya ve Venedik’in yer aldığı Kutsal İttifak (Sacra Ligua) kurulmuş, bu ittifaka iki yıl sonra Rusya da katılmıştır.

 

SLAVLARIN AĞABEYİ RUSLAR

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa devletlerinin silah ve askeri kapasiteleriyle Osmanlı gücünü aşmaya başladıkları ortadaydı. Gittikçe zayıflayan Osmanlı Devleti savaş arkasına savaş kaybediyor, Fransa, Britanya ve Avusturya gibi dönemin Avrupa güçleri değişik taleplerini Osmanlı yönetimine dayatabiliyordu.

Gerçi Avrupalı güçler Balkanlar’a müdahale ederken izledikleri politikalarla, yerli ahalinin ihtiyaçlarından ziyade, kendi çıkarlarını ilerletmeye çalışıyordu. Avrupalıların yanında, 1795-1914 yılları arasında topraklarını mümkün olan her yöne doğru genişletmek için çabalamış olan Ruslar da Balkanlar politikasında Osmanlı ile kronikleşen mücadeleye girmiştir. Rusların arzusu, kendi stratejik çıkarları çerçevesinde Balkanlar’daki Slavlara ağabeylik yapma ve Türk Boğazlarını kontrol altına almaktı.

AYAKLANMALAR

Osmanlı Devleti’ni zora sokan diğer bir husus, merkezi yönetimin taşradaki gücünün sarsılması sonucunda, Balkanlar’daki bazı yerel Osmanlı yöneticilerinin haklarını kötüye kullanmaya başlamış olmalarıydı. 1789 yılında taç giyen III. Selim, Osmanlı Devleti’ni içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için “Nizâm-ı Cedid” olarak bilinen ıslahata girişince durumu bozulan yeniçeriler tepki vermiş, hatta bu tepkilere bazı devlet adamları ve ayanlar da destek vermiştir. Bu kapsamda III. Selim’e Balkanlar’da en büyük sıkıntılar çıkartan, Vidin Paşası Pazvandoğlu Osman ve Yanya Paşası Tepedelenli Ali Paşa idi.

19. yüzyılda Osmanlı Balkanlar’ında yaşam büyük bir değişime uğradı. Batı Avrupa’daki devrimci fikirlerden (1789 tarihli Fransız Devrimi ve 1848’de Avrupa’da yaşanan siyasi devrimler) etkilenen Balkan halkları ayaklanarak kendi devletlerini oluşturmaya başladı. Balkanlar’daki halkların Osmanlı’ya karşı ayaklanmaları eş zamanlı yaşanmamış ve 19. yüzyılın neredeyse tamamına yayılmıştır. 1804 yılında önce Sırpların ardından 1821’de Yunanların da isyan edişi, Balkanlar’daki dengeleri önemli ölçüde altüst etmiştir. Osmanlı bünyesindeki gayrimüslimlerden ilk ayrılış 1830’daki Yunanistan bağımsızlığıyla gerçekleşmiş oldu. Balkanlar’da yaşanan Osmanlı karşıtı ayaklanmalara Ruslar her zaman yoğun bir destek vermiştir. Hatta Bulgaristan’a bağımsızlığı kendi elleriyle veren Ruslar olmuştur. 1878 tarihli Berlin Kongresi’yle Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsızlıkları tanınmış, Bosna Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun işgaline terk edilmiş, ayrıca 1908’de bağımsızlığını ilan edecek olan Bulgaristan devletinin temelleri atılmıştır. Arnavutluk ancak 1912 yılında bağımsızlığına kavuşabilmiştir.

SIRP AYAKLANMALARI

Hanedan değişikliğini amaçlayan Vidin Paşası Pazvandoğlu Osman, 1795 yılında III. Selim’e karşı bağımsızlığını ilan ederek Balkanlar’da ayaklanma çıkartmış, Rusçuk, Sofya ve Niş gibi yerleri ele geçirmiş, Belgrad Paşalığı’nda ise Osmanlı hanedanına karşı yeniçeri idaresini tesis etmiştir. Belgrad Paşalığı’ndaki yeniçeri idaresinin başında bulunan Mehmet Ağa Fočić, Kučuk Alija Djevrlić, Mola Yusuf ve Aganalia bölgedeki Sırp ve Müslüman ahaliye karşı zorba ve hak çiğneyen politikalar uygulamaya başlayınca, Sırplar önce durumu III. Selim’e şikâyet etmiş, netice alınamayınca da ayaklanmak için Habsburg tarafından silah edinmeye başlamıştır. Ayaklanma hazırlıklarının haberini alan yeniçeriler, Sırp soylularını kılıçtan geçirmeye başlayınca, Sırp isyanı bağımsızlık mücadelesine doğru evrilmeye başlamıştır. 1804 yılında Đorđe Petrović-Karađorđe komutası altında yaklaşık on yıl sürecek olan Birinci Sırp Ayaklanması başlamıştır. İlk başlarda Sırplar, III. Selim’e sadık kalan kuvvetlerle birlikte hareket etmiştir.

Ancak yaklaşık bir yıl sonra, yeniçeri yönetimine karşı başlayan Sırp isyanı, Osmanlı Devleti’ne yönelik bir isyana dönüşmüştür. Osmanlı tarihinde ilk defa, bir bölgenin tüm Hristiyan unsurları Osmanlı sultanına karşı ayaklanmıştı. Birinci Sırp Ayaklanması’nda istenen sonuç alınamayınca, 1815-1820 döneminde Miloš Obrenović’in liderliği altında İkinci Sırp Ayaklanması gerçekleşmiştir.

1804’te başlayan Sırp isyanı ilk iki yıl ciddi bir dış destek görmemiştir. 1806 yılından itibaren ise Ruslar Sırpların yardımına koşunca, Sırp isyanı Osmanlı-Rus çekişmesine dönüşmüştür. O yıllarda dönemin diğer Avrupa güçleri ise Sırp sorunun daha çok Osmanlı sınırları içinde çözülmesinden yana tavır sergilemiştir. Rusların desteğiyle Sırplar Osmanlı Devleti’nden değişik imtiyazlar almış ve bu süreç Sırbistan’ı bağımsızlığa doğru taşımıştır. Rusya’nın baskıları karşısında direnemeyen Osmanlı Devleti, sultanın 1 Ekim 1829’da yayımladığı bir Hatt-ı Şerif ve Ekim 1830’da yayımladığı bir fermanla, Sırbistan’ın Müslümanlardan arındırılacak şekilde özerkliğe kavuşmasına onay vermiştir.

Bu arada, Bosna’ya ait bazı toprakların Sırbistan’a bırakılması kararı, Bosna’da 1831 ve 1832’de Osmanlı’ya karşı özerklik mücadelesinin yaşanmış olmasının da temel sebeplerinden biri olmuştur. Gerçi Boşnak isyanının başını çeken Husein kapetan Gradaščević Bosnalı Hristiyanların da desteğini almış, hatta gayrimüslimlerle ittifak içine girmişti.

Gradaşçeviç, Osmanlı kuvvetlerine karşı iki büyük silahlı çatışmaya girmişti. Bunların birinde Boşnaklar Osmanlı kuvvetleri karşısında galip gelmiş, Saraybosna bölgesinde yaşanan ikinci çatışmada ise Osmanlı güçlerine mağlup olmuşlardır.

Gradaščević ulusal hareketinin başarısız olması, bağımsız Bosna-Hersek devletinin kurulmasını da geciktirmiştir.

RUSLARIN BALKANLAR’DA DURDURULMASI

Yunan isyanları incelendiği zaman, Yunan asıllı olmayanların Yunan özgürlüğünün önde gelen savunucuları olarak ortaya çıktıkları anlaşılmaktadır.

Gerçekten de 1821 yılında Yunan isyanı başladığında, Filhelenist ya da Yunanperver olarak nitelenen Avrupa’dan birçok Yunan dostu desteğini sağlamakta gecikmemiştir. Söz konusu Yunanperverler kendi ülkelerindeki kamuoyunu ve siyaseti etkileyebilecek güçte olup, Yunan meselesine karışmalarını sağlamışlardır. Bu nedenle Rusların dışında, Fransızlar ve İngilizler de Yunan bağımsızlık mücadelesine açık destek vermiştir.

  • YARIN: Balkan isyanlarının genişlemesi ve Yunan ayaklanması
Editör: Haber Merkezi