Yunanistan’a ait sahil güvenlik güçlerinin göçmenleri taşıyan şişme botları patlatarak çoluk çocuk demeden insanların hayatını riske attığına defalarca tanıklık etmiştik. Savunmasız göçmenleri denizin ortasında kurşunla, mızrakla korkutan ve Türkiye’ye dönmeye zorlayan barbarlık, birçok kez ekranlara yansımıştı. Son olarak da Libya’ya insani yardım taşıyan Türk bandralı bir sivil geminin bir Yunan amiralin komutasındaki askerî fırkateyn tarafından durdurulup zorla arandığını gördük. Yunanistan’ın hukuk tanımazlığı, husumeti ve barbarlığı artık kabak tadı vermeye başladı.

Libya’ya götürülmek istenen insani yardım malzemeleri ile İstanbul’dan yola çıkan Türk bandıralı bir gemi, pazar gecesi Yunanistan Deniz Kuvvetlerinden bir komutanın sevk ve idaresinde hareket eden İrini Operasyonu’nda görevli bir Alman fırtakeyni tarafından Mora Yarımadası’nın güneybatısında uluslararası hukuka aykırı bir şekilde durduruldu.

Öncelikle, geminin müdahale esnasında uluslararası sularda (açık denizlerde) olduğu dolayısıyla hiçbir ülkenin gemiye müdahalede bulunma yetkisinin olmadığını belirtmek gerek. Açık denizdeyken geminin ancak bayrağını taşıdığı ülkenin, yani Türkiye’nin, yetkisinde olduğunu bilemeyenlerin İrini Harekâtı’nda görevlendirilmiş olacağına ihtimal vermek güç. Dolayısıyla, gerçekleştirilen müdahalenin Türk yetki sahasına müdahale olduğunu, uluslararası hukuka açık bir şekilde aykırılık teşkil ettiğini söylemek mümkün.

Avrupa Birliği tarafından icra edilen operasyonun resmî internet sitesinde ise, silah veya benzeri maddelerin taşındığından şüphe duyulması hâlinde açık denizlerde de gemilerde arama yapma yetkisinin olduğu belirtiliyor. Öyleyse, insani yardım taşıyan bu gemide silah taşındığına dair güçlü bir şüphe oluşmuş olsa gerek ki, bu müdahaleye gerekli görülsün. Oysa, Türk bandralı geminin insani yardım taşıdığı konusunda hiçbir şüpheye yer yok. Eğer operasyonu icra edenler bu yönde bir istihbarat üzerine bu eylemi gerçekleştirmişlerse, ciddi bir istihbarat sorunu yaşadıklarına hüküm getirebiliriz.

Yapılan müdahalenin İrini Operasyonu kapsamında icra edilmiş olması, bu operasyonun hedefinden saptırıldığını, asli işlevinden uzaklaştırıldığını gösteriyor. Zira bu operasyonun temel hedefi, BM Güvenlik Kurulu tarafından 2011’de alınan Libya’ya silah ambargosu kararının uygulanmasına yardımcı olmak. Bu operasyon, ambargo kararının hilafına Libya’ya muhtemel silah sevkiyatını engellemek suretiyle ülkede kalıcı ateşkes şartlarını oluşturmak amacıyla 31 Mart 2020’de başlatıldı.

Operasyon, Libya’nın deniz gücü kapasitesini arttırmanın yanı sıra, insan ve uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesine, Libya petrollerinin yasa dışı yoldan ihraç edilmesine engel olma görevlerini de icra ediyor, en azından böyle olması öngörülüyor. Ancak, Libya’da meşru hükümete karşı isyan eden Hafter güçlerine özellikle BAE, Mısır ve Fransa’dan gönderilen silahların ele geçirilmesi ve bu sevkiyatların önlenmesi konusunda kayda değer hiçbir başarısı olmayan bu operasyonun, insani yardım malzemeleri taşıyan Türk gemisine müdahale etmesi, operasyonun ne için ve kim için icra edildiğine dair şüphe uyandırıyor. Zaten operasyonun objektifliği üzerinde soru işaretleri varken, keyfi bir uygulamayla insani yardım taşıyan Türk gemisine askerlerin baskın düzenlemesi operasyonun itibarını iyice sarstı.

Operasyona Yunancada “barış” anlamına gelen “İrini” adının verilmesi, operasyonun bölgede barışa katkı amacı taşıdığı izlenimini uyandırsa da, fiiliyatta husumetin barıştan daha çok ortaya konduğunu söylemek yanlış olmaz. Artık barış adı altında husumet sergilenmesine aracılık eden bu operasyonun tarafsızlığı, işlevi ve kime ne sağladığının gözden geçirilmesi gerekiyor. İtalya, Fransa ve Yunanistan’ın öncülüğünde sürdürülen bu operasyonun gözden geçirilmesinin vakti gelmiş gibi görünüyor.