Bir önceki yazımda, Çin’in Ukrayna krizine yönelik siyasi çözüm önerisi hakkında değerlendirmelerde bulunmuştum. Kısaca özetlemek gerekirse, hemen herkesin kabul ettiği temel ilke ve normlardan bahseden bir pozisyon belgesi ile Çin’in ateşkes ve barış için bazı tavsiyelerde bulunduğunu, ancak tarafların bunu çok da dikkate almayacağını ve bu girişimin beyhude bir çaba olduğunu belirtmiştim.  Zaten Çin’in ortaya koyduğu önerilerin Rusya haricindeki tüm ülkeler tarafından derhâl reddedilmesi, Çin’in ölü doğan bir girişimde bulunduğu anlamına geliyordu.

Çin’in esasen kimsenin itiraz etmediği norm ve ilkelerle bezenmiş önerilerine kimsenin sıcak yaklaşmaması, Çin’in uluslararası sistem ve küresel barış için önemsiz bir ülke olmasından kaynaklanmıyor. Çin’in iki ülke arasındaki ihtilafın çözümünde aktif bir rol oynamaktan uzak kalmasının en bariz sebebi, tarafsız olduğunu ilan etmiş olsa dahi Pekin’in Rusya’nın safında yer aldığına dair güçlü algı. Başta ABD ve AB olmak üzere Batı dünyası, Çin’i son yıllarda giderek ötekileştiriyor ve onu Batı’ya karşı bir tehdit unsuru olarak öne çıkarıyor. Hatırlanacağı üzere, NATO’nun 2030 vizyonunda “güvenlik kaygıları yaratan bir ülke” olarak nitelendirilen Çin’e ilerleyen yıllarda daha fazla dikkat edilmesi gerektiği vurgulanmıştı.

Önceki ABD Başkanı Trump’ın “ticaret savaşları” ile Çin ekonomisine ağır zarar vermeye çalıştığı, Biden döneminde de Tayvan Boğazı üzerinden Çin ile gerginliğin artırıldığı dikkate alınırsa, ABD’nin Çin’i Ukrayna krizinde tarafsız bir ülke olarak kabul edemeyeceği anlaşılabilir. Üstelik Çin’in Rusya’ya Ukrayna karşısında kullanılmak üzere silah ve teknoloji yardımı yapacağına dair söylentilerin olduğu bir dönemde, Çin’in barışçıl çözüm için önerilerde bulunması Batı dünyası açısından çok da ciddiye alınacak bir gelişme değil.

Peki, taraflar savaşı sürdürmeye kararlıyken ve Batı’nın Ukrayna’ya hem askerî hem de ekonomik yardımları devam ederken barış için yapılabilecek hiçbir şey yok mu? Varsa da bunu yapmaya en yakın ülke hangisidir? Şüphesiz, savaşın patlak vermesinden önce de diplomatik girişimlerde bulunan ve her iki tarafla da yapıcı diyaloğunu savaşın başlamasından sonra da sürdürebilen Türkiye, bu noktada en öne çıkan ülke konumunda.

Türkiye’nin savaşı engelleme, engellenemediği ortaya çıktıktan sonra da en kısa sürede barış ile sonuçlandırma amacıyla yürüttüğü ara buluculuk faaliyetleri tüm dünyanın dikkatini çekti. İstanbul ve Antalya’da savaşan tarafları bir araya getirebilen, her iki tarafla da iş birliğini ve diyaloğunu sürdürebilen ve en önemlisi her iki ülke nezdinde de itibar ve etki sahibi olan Türkiye, barış masasını kurmaya en yakın ülke olmayı sürdürüyor.

Bunda Türkiye’nin dengeli ve akılcı bir politika yürütmesinin payı büyük. Örneğin, Türkiye bir yandan Batı’dan gelen eleştirilere kulak asmayıp BM haricindeki yaptırımlara iştirak etmezken, Rus ordusuna büyük kayıp verdiren stratejik SİHA’larını Ukrayna’ya tedarik etmekten de geri durmadı. Türkiye NATO ülkesi olmasına rağmen, NATO’nun her isteği karşısında taviz vermek yerine, kendi çıkarları doğrultusunda NATO’yu yönlendirmeye gayret etti. Savaşın ardından NATO üyeliğine aday olan İsveç ve Finlandiya’nın bir an önce İttifak’a dâhil olması için Brüksel ve Washington’dan Türkiye’ye yöneltilen baskıya rağmen Türkiye, üyeliğe ancak kendi şartları sağlanırsa yeşil ışık yakma noktasında kararlılık sergiledi.

Türkiye, zor bir denklemde kalmasına rağmen, NATO ile Rusya arasında sıkışan bir ülke durumuna düşmedi. Aksine Türkiye, bölgesel bir güç olma yolunda emin adımlar atan bir ülke olarak, hem NATO ve AB tarafının hem de Rusya tarafının güvendiği ve sorunun çözümü için ara buluculuğunu kabul ettiği tek ülke oldu. Türkiye, tahıl koridoru anlaşması ile bölgesel ve hatta küresel bir sorunu diplomasi masasında çözerek kendisine duyulan güveni boşa çıkarmayacağını da ispat etti. Bu şartlar altında savaşın birinci yılını geride bırakırken, barışa giden yolun er ya da geç Ankara’dan geçeceğini söylemek mümkün görünüyor.