Son yıllarda hayatımızın en tanıdık kavramı hiç kuşkusuz “sahte” ve “sahtecilik”.
Gelişen teknoloji ve bilgiye erişimin kolaylaşması, ne yazık ki üçkâğıtçılara da her geçen gün daha fazla alan açıyor.
Sahtecilik, adeta her alanda karşımıza çıkıyor: Sahte alkol, bal, Antep fıstığı, ilaç, parfüm, zeytinyağı, saat, para, antika, kimlik, fatura, rapor, evlilik, hatta ayakkabı ve tişört…
Bunlar yalnızca ilk akla gelenler.
Kim bilir daha neler var?
Gündem bir kez daha sahtecilik skandalıyla çalkalanıyor.
Bu kez mesele, e-imza ve ıslak imza yoluyla üretilen sahte diploma ve mesleki kimlikler.
Ancak bu olay, birkaç münferit vaka ile sınırlı değil.
Karşımızda etki alanını genişletmiş, sistemli ve örgütlü bir yapı var. Toplum, sahte doktorlar, avukatlar, hâkimler, savcılar, öğretmenler, psikologlar, hemşireler, polisler, askerler, hatta “istihbaratçılar” haberlerine artık şaşırmıyor.
Zamanla bu tür haberlere öyle alıştık ki, adeta kanıksadık.
Fakat bu kez iş bambaşka bir boyuta ulaştı. Ortaya çıkan sahtecilik çetesi, yalnızca sahte diploma ve kimlik üretmekle yetinmemiş; devletin dijital altyapısına sızarak e-imza ve ıslak imza yoluyla resmi kayıtları manipüle etmiş.
Yani, devletin güvenlik sistemini delerek sahteciliği sistematik bir düzene oturtmuş.
Bu skandal, yalnızca çetenin faaliyetlerini değil, sistemin açıklarını ve iş birliği yapanları da gün yüzüne çıkarmalı. Daha da önemlisi, bu olay köklü önlemlerin alınmasına vesile olmalı.
Devletin güvenliğini ve toplumun adalet inancını güçlendirmek, ancak bu şekilde mümkün.
Peki, sahtecilik yalnızca maddi alanda mı?
Elbette hayır.
İdeolojik sahtecilik de en az diğer alanlardaki kadar yaygın: sahte solcu, sahte muhafazakâr, sahte milliyetçi, sahte ülkücü…
Her alanda olduğu gibi, burada da sahtecilik toplumun güvenini sarsıyor, samimiyeti zedeliyor.
Bu tür sahtecilik virüsü, kaos ve çatışma zemini hazırlarken millî ve manevî değerlerimizi tehdit ediyor.
Kişisel ve siyasî menfaatler uğruna “oralıyken buralı, buralıyken oralı” olanlar, adeta bu tarife cuk oturuyor.
Örneğin, MHP ve Ülkücü Hareket bağlamında örnekler verecek olursak sahtecilik bariz bir şekilde göze çarpıyor.
“MHP bitti, misyonunu tamamladı ve tarihteki yerini aldı. Bugün artık MHP diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Ülkücü Hareket diye bir şeyi de mevcut saymıyorum.” diyerek yaklaşık on parti değiştiren Namık Kemal Zeybek’i içimizde “en büyük ülkücü” olarak pazarlayanlar var.
Keza, kişisel menfaatleri için CHP’ye geçtiği gün, “Bugün 40 yıllık geçmişimi geride bırakarak CHP adayı olmamla tüm tartışmalar bitecektir.” diyen Mansur Yavaş’ın “ülkücü” kimliğini sahtelikle sunan ve bundan menfaat kazanmaya çalışan bir sahtelik çetesi var.
Aynı şekilde, geçtiğimiz yıllarda siyasî menfaatleri ve CHP-HDP ittifakına uyum sağlamak için “Bir daha asla ülkücüyüm ya da ülkücüydüm demeyeceğim.” diyen Müsavat Dervişoğlu’nun etrafında da bu kavramı korsan ve sahte bir şekilde kullanan bir çete bulunuyor.
Düşünün ki, CHP kongrelerinde “Ben devrimci Kemal’im. O kadar.” diyerek kendi partililerine posta koyan Kemal Kılıçdaroğlu bile, genel başkan olarak girdiği birçok seçimde seçmen avı gerçekleştirmek için “Ben de Ülkücüyüm.” açıklaması yapabildi. Vallahi hiç de utanmadı.
Siz siz olun, her şeyin sahtesine karşı dikkatli olun.
Sahtecilik; hayal kırıklığı, psikolojik sorunlar ve en önemlisi güven kaybı yaratır. O yüzden içimizdeki gizli sahtelere ve içimizden çıkmış sahtelere dikkat edelim.
Son bir tavsiyem olsun:
Hep gerçeği arayın. Her şeyiniz organik olsun.
Yediğinize, içtiğinize, giydiğinize, inandığınıza dikkat edin…