Son zamanlarda “suça sürüklenen çocuk” kavramı oldukça sık gündeme gelmeye başladı. Bu kavramı popüler hale getiren ise, Mattia Ahmet Minguzzi isimli çocuğun katillerini savunmak, onları masumlaştırmak ve meşrulaştırmak için kullanan İstanbul Barosu ve üyeleri oldu.
Oysa “suça sürüklenen çocuk” denildiğinde benim aklıma ilk olarak; zorla dilendirilen, hırsızlık yaptırılan, eline silah ya da bıçak verilerek suç işlemeye zorlanan çocuklar geliyor. Bu durum zaten azmettirme kapsamına girer ve suçu işleyen çocuktan çok, onu buna zorlayan kişiye daha ağır bir ceza verilmesini gerektirir.
Mattia Ahmet Minguzzi’yi öldüren katillerin davranışları ise, “suça sürüklenen çocuk” olmaktan ziyade suç işlemeyi bilinçli bir tercih gibi gösteriyor. Uyuşturucu ve silahlarla sırıtarak verdikleri pozlar; planlayarak, bilerek ve hiçbir neden olmaksızın, yalnızca zevk uğruna tertemiz bir çocuğu hayattan koparmaları, bu olaya söz konusu kavramla yaklaşmanın ne denli mantıksız olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Ülkede bir “başıboş çocuk” sorunu olduğu ise muhakkak. Çocukların çeteleşerek işlediği suçlara ve cinayetlere baktığımızda bu gerçek çok net görünüyor. Öyle çocuklar var ki, adeta anne babaları tarafından sırf suç işlesinler diye hayata getirilmiş izlenimi veriyor. Sokaklarda türeyen bu tipler; yürüyüşleri, tavırları ve görünüşleriyle toplumda korku ve tiksinti uyandıran bir modele dönüşmüş durumda. Oran her geçen gün arttıkça bedelini masum insanlar ödüyor.
Bu “modeller” geçtiğimiz günlerde Ankara’da Hakan Çakır isimli bir gencin canını daha aldı. Katillere baktığınızda, Mattia Ahmet Minguzzi’nin hayatını elinden alanlarla aynı tipolojiyi görüyorsunuz. Üstelik Hakan Çakır’ın katilleri, daha önce de birçok kişiyi bıçaklamış, hatta bir kişinin kulağını kesip videosunu yayınlayacak kadar vahşileşmişlerdi. Bunlar artık “suça sürüklenen çocuk” aşamasında değil; bilakis, “gidelim suç bulup işleyelim” anlayışıyla hareket eden bir model olmuşlar.
Hakan Çakır’ın gözü yaşlı annesi olayı şu sözlerle anlattı:
“Biz kızımla dükkândan çıktık, evimize geliyorduk... Kızım yol istedi. Biri küfretmeye başladı, taciz etti. Hakan geldi, ‘Hayırdır kardeşim’ falan dedi. İlk darbeyi benim oğlana vurdu. Bir yukarıdan geldiler, bir aşağıdan geldiler. Oğlumun üstüne çullandılar. Yere düşünce ‘Ölüyor!’ diye bağırdım. Evladım orada can verirken yüzüne tekme attılar.”
Çocuğu öldürdükleri yetmiyor babasını da ölümle tehdit eden mesaj göndermişler…
Aile içinde ve okulda ahlaki davranış eğitimi zayıfladıkça, mahallede ve apartmanda birbirini denetleyen bağlar koptukça, bu iğrenç modelleri özendiren diziler çoğaldıkça, cezalar caydırıcılığını yitirdikçe ve cezaevine girenler ıslah olmayı bırakıp suç işlemeye daha da motive olmuş şekilde çıktıkça, daha çok can yanacaktır.
Bu saydığım eksikliklere Türk devleti, hükümet ve sorumluluk sahibi herkes dikkat kesilmezse, gelecek nesilleri çok daha kötü günler beklemektedir. Şiddet, uyuşturucu kullanımı, çeteleşme, mafyalaşma, hırsızlık, dolandırıcılık ve çeşitli suçlara bulaşma oranı, cezaevlerinin kapasitelerini katbekat zorlar hale gelmiştir; cezaevlerinde on binlerce fazlalık oluşmuştur.
İşlenen suçlara ve toplumdaki sosyal çürümeye baktığımızda, mesele sadece cezaevine al-bırak işleyişiyle çözülecek bir durum değildir. Ailede ve okulda ahlaki eğitim, caydırıcı ve adaleti sağlayan cezalar ile cezasını çekmiş olanların topluma kazandırılmasını sağlayacak köklü bir sistem artık elzem hâle gelmiştir. Okulda olması gereken çocuklar, sokakta suç makinesi haline gelerek çoğalıyorsa, herkesin “Eyvah gençliğim!” diyerek önlemini alma zamanı gelmiş demektir.