19 Ocak’ta Berlin’de toplanan Libya Konferansı'nın kalıcı ateşkes ve barışın tesisi adına büyük bir kazanım sağlamayacağını, zirve sonrasında ihtiyatlı bir iyimserliğin egemen olması gerektiğini belirtmiştim. Nitekim, Berlin toplantısı sonrasında yaşananlar, ihtiyatlı olmanın şart olduğunu, ancak iyimser olmanın pek de mümkün olmadığını ortaya koyar nitelikte. Nisan 2019’dan bu yana meşru yönetime son vermek için kan akıtan Hafter, uluslararası toplumun ateşkes çağrılarını hiç dikkate almamış gibi görünüyor.

Her geçen gün Halife Hafter’in ateşkese hiç niyetinin olmadığı, gayrimeşru silahlı isyana devam etmek istediğine dair yeni işaretler geliyor. Örneğin, Libya Ulusal Mutabakat Hükümetinin (UMH) yürüttüğü Burkan el-Gadab Operasyonu Sözcüsü el-Medeni, yaptığı bir açıklamada, Hafter’e bağlı milislerin Misrata’nın güneydoğusundaki Ebu Kıreyn bölgesine yoğun saldırılar düzenlediğini ve sivil yerleşim alanlarına rastgele havan mermilerinin atıldığını ifade etti. Bu açıklamanın bir gün öncesinde, Hafter’e bağlı milisler başkentte bulunan Mitiga Havalimanı’na grad füzeleriyle düzenledikleri saldırılarda, yerleşim yerleri ve bir hastane vurulmuş, 1 sivil hayatını kaybederken 5 kişi de yaralanmıştı. 

Bu gibi haberler, Hafter’in barış değil savaşı tercih ettiğini doğruluyor. Dahası, Halife Hafter’e bağlı milis gücünün sözcüsü Ahmed el-Mismari, Ebu Kıreyn bölgesine düzenledikleri saldırının “oradaki askerî hareketliliğe karşı önleyici bir operasyon” olduğunu savunup, “Libya’daki sorunun çözümü siyasetle değil ancak silah yoluyladır” diyerek, barış için siyaset yolunu tercih etmeyeceklerini ortaya koydu. Kan akıtarak meşru ve uluslararası tanınırlığı olan bir hükümeti yıkmayı planlayan Hafter’in, Libya için en büyük sorun olduğu açıkça ortada.

Hafter milislerinin Cenevre’de BM himayesinde her iki tarafı temsilen 5’er kişiden oluşacak bir askerî komitenin toplanmasının hemen öncesinde UMH kontrolündeki alanlara yönelik saldırılarını sivil katliamı yapma pahasına yoğunlaştırmasının tek anlamı, Hafter’in diplomatik/siyasî çözümü sabote etmek istemesidir. Hafter, arkasına aldığı Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin sağladığı selefî milis desteği ile müzakere masasını yıkıp silah zoruyla amacına ulaşabileceği hayâline kapılmış olsa gerek.

Türkiye ise Hafter’in tam tersine diplomasiye öncelik vermeye devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cezayir’e yaptığı ziyaret ve bu esnada muhataplarıyla Libya’nın geleceği için yaptığı görüşmeler, Hafter’in hasmâne tutumuna rağmen Türkiye’nin hâlâ siyasî çözümü tercih ettiğini ortaya koymaya yeterli. Erdoğan’ın “Biz krizin başından beri Libya’da askerî çözümlerle sonuç alınamayacağını vurguluyoruz” şeklindeki ifadesi, Türkiye ile Hafter’in tam zıt kutuplarda olduğuna işaret ediyor.

Türkiye ile aynı noktada olmayan, elbette ki sadece Hafter değil. Batı dünyası, Suriye’de olduğu gibi Libya’da da elini taşın altına koymaktan imtina etti ve Hafter’in meşru Libya yönetimine kafa tutmasını ve binlerce masum sivilin ölümünü sessizce uzaktan izledi. Türkiye’nin devreye girmesiyle Hafter’in geri plana itileceğini görenler, apar topar Berlin’de toplanarak aslında Hafter’e bir nefes aldırmış oldu.

Batı’nın, savaş isteyen Hafter’le mi yoksa barış isteyen Türkiye’yle mi yan yana duracağını yakında göreceğiz. Berlin Konferansı'nda kabul edilen maddelerin hayata geçirilebilmesi için başta Hafter olmak üzere tüm tarafların silah bırakıp masaya oturmasını sağlamak, Hafter’den ziyade Batı dünyası için zorlu bir sınav. Bakalım Suriye’de sınıfta kalan Batı medeniyeti, Libya’da aynı hataları tekrarlama gafletinden kendini kurtarabilecek mi.