Ligin topa en çok sahip olan takımına karşı, ‘topla oynama’ dersi vererek başladı Galatasaray maça. Ancak, o kadar. Dersin ikinci kısmı, gol bölgesine pas nasıl geçirilir? Nasıl orta yapılır? Asist yapmak için ne gerekir? gibi derslere girmemiş gibiydi futbolcular. Orta yapar gibi yaptılar, top kaleye paralel gitti. Kimse sahip çıkmadı. Dönen topa baskı yapılır gibi yapıldı, kimse şut atmadı.

Yirmi dakika sonra konuk Alanya, ki ev sahibini geçen sezon aynı seviyede kupa dışına atmıştı, sazı eline aldı. Topun sahibi oldu. Orta da yaptı, şut da attı. Önce direkten döndü, sonra savunmanın başını döndürdü. Sonunda istediği golü buldu.

Ligi Fenerbahçe’yi yenerek kafasında bitiren Sarı Kırmızılılar, kupayı da “Nasılsa kazanırız’ı oynarken, geri düşünce, çözüm üretemedi. Sesini duyursa da hiddetini gösteremeyen Fatih Terim’in maskeyi indirmesi, takımı azıcık da olsa canlandırdı. Topla oynama ustası konuk takımı alt etmek için daha fazlası gerekliydi. Daha yüksek tempo, daha ciddi, daha takım gibi oynamak, bir de eli belinde oyunculara, “artık yeter” diyecek bir de kenar yönetim… Üç oyuncu değiştirip, zihniyeti değiştiremeyen ev sahibi, ezberini oynayan konuktan üçüncü golü yedi.

Sonrası ‘Şansıma bir gol atarsam, sonunu getiririm’ umudu...

Baskılı bir görüntü, maç sonu bahanelerin kurtarıcısı direkten dönen toplar, Gedson Fernandes’in görücüye çıkması, geciken goller, saniye saniye gelen kaçınılmaz son. Ve bu maç gösterdi ki, kazanmak, ligin sonunu getirmek istiyorsan, kavga edeceksin, mücadele edeceksin, gençliğini ortaya koyacaksın, eli cebindekilere selam vermeyeceksin, yoksa, ligin kalanı da hayallerinde kalır.