“Turan Güneş Bey’e söyleyin, Ayşe tatile çıksın” cümlesi, Kıbrıs Barış Harekatı'nın parolası oldu. Ayşe, Turan Güneş’in kızıydı.  Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’ta akan Türk kanını durdurmak üzere Türk ordusunun Kıbrıs’a girmesi için dönemin Dışişleri Bakanı Güneş’i arayarak bu sözleri söyler. Ada’da dinmek bilmeyen zulüm ve akan Türk kanı her geçen gün artmaktaydı. Siyasi ve diplomatik girişimlerden sonuç çıkmadığını anlayan Türkiye için tek yol kalmıştı.

20 Temmuz’a kadar neler yaşandı? Dönemin yabancı gazete ve ajanslarının haberlerine kendi çalışmasında yer veren Emine Sömek’in ‘Kıbrıs Türkü'nün Millî Mücadelesi’ eserinden alıntıyı sizlerle paylaşmak isterim. “Bild gazetesinin muhabiri gördüklerini şöyle aktarıyordu: ‘Rumlar, Türk köylerine kana susamış caniler gibi baskınlar yaparak sivil halkı feci şekilde öldürdüler.”

AFP Ajansı muhabiri Bernard Nicolas, “Atlılar köyünde bir çukura doldurulmuş, Rumlarca katledilen Türklerin cesetlerini gördüğü”nü yazmıştı.

Cunnar Hilson Expressen gazetesi muhabiri de kendi gözlemlerini şöyle anlatmıştı: “Yunan askerleri ile Kıbrıslı Rumların 83 Türk erkek, kadın ve çocuğu öldürdükleri Muratağa köyünde bugün sadece 15 kişi yaşıyor. Kalan 15 kişi için artık hayat yok. Onların yaraları öyle kolay kapanacak gibi değil.” Bunlar yabancıların söyleyebildiği gerçeklerin ancak bir kısmıdır.

Lefke Avrupa Üniversitesi Öğretim Üyesi Nazım Muradov’a TMT komuta kademesinde görev yapmış Vehbi Zeki Serter’in anısının yer aldığı çalışmasını bizlerle paylaştığı için teşekkür ederiz. “Vehbi Zeki Serter, Mutlu Barış Harekâtı arifesinde Lefkoşa-Girne yolu üzerindeki stratejik öneme sahip Girne Boğazı  ve Beşparmak Dağları bölgesinde Levent Taburu’nda Tabur Komutan Yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Tabur Komutanı ise Türk subay Yüzbaşı Nejat Bey’dir. 19 Temmuz 1974 akşamı Nejat Bey kendisini odasına çağırmış ve şu emri vermiştir: “Vehbi Bey, Dal IV’ümüz ile temas et! Ona panoların çıkarılması ve hazır durumuna getirilmesini söyle!..” Bu emir üzerine Vehbi Bey’in “Komutanım, bu, çıkarma harekatının yarın başlayacağı anlamına gelir değil mi?..” sorusundan üzerine rahmetli Serter: “...aramızda derin bir sessizlik... Komutan uzun uzun ve heyecanlı bir şekilde yüzüme bakıyor. Gözlerimin yaşardığını fark ediyorum. Hemen birbirimize sarılıyoruz. İkimiz de heyecandan birbirimize ne söyleyeceğimizi bilmiyoruz. Bu arada komutan bana “Yarın şafakla birlikte Mehmetçikler geliyor, çıkarma harekâtı yarın sabah gerçekleşecek’’ diyor.

Ve 20 Temmuz Cumartesi sabahı saat 5 sularında Türk uçakları Ada’ya doğru yol aldığı zaman Ecevit, radyodan Kıbrıs Barış Harekatı’nın müjdesini verdi. NATO ve BM bu harekata karşı çıksalar da artık iş işten geçmişti. Mehmetçik artık Kıbrıs’taydı, kardeşinin imdadına yetişmişti. Yıllardır beklenen gün geldi, Rum mezalimi bitti. Evet, bu harekat barış harekatıydı. Sadece Türklere değil, Rumlara da barış getirmek amacıyla başlatılan bir operasyondu. Kıbrıs semalarından paraşütle inen Mehmetçik “Allah Allah” sedalarıyla yağmur gibi Ada’ya yağdı. 

Emine Hanım'ın yine aynı kitabında okuduklarımız Türk ordusunun diğer savaşlarda da yaşadıklarını bize hatırlatıyor. Rauf Denktaş, Mehmetçik’in Ada’ya gelişi sırasında komutanla yaşadığı diyaloğu anlatıyor. Türk askerini karşılamaya koşan kalabalığın önünde yer alan Rauf Denktaş, Türk askeri birliğinin komutanına:

-Hoş geldiniz aslanlarım! diye ağlayarak sarıldı. Herkes askerleri öpüyor, onlara sarılıyordu.

Denktaş, komutana sorar:

-Komutanım, Beşparmak Dağlarının tepesinden açılan ateşlerin, yağmur gibi mermilerin arasından siz nasıl sağ salim yere inebildiniz?

Komutanın cevabı ilginçtir:

-Sayın Denktaş, benim dini bilgim yok. Bir başkası söyleseydi kesinlikle inanmazdım. Ama biz gözlerimizle gördük ki paraşütlerle yeryüzüne inerken bizleri Yunanların ve Rumların mermilerinden ve ateşlerinden koruyan kalabalık bir ordu vardı. Bilemediğimiz ve tanıyamadığımız bir kalabalık birlik, bizi gölge gibi takip ediyor ve koruyordu.

Kahramanlık zaferin kutlu olsun Yavru Vatan.