Ben Galatasaraylı futbolcu olsam, oyuna katkısı olmayan, kaptırdığı topu eli belinde izleyen, gol yollarını açacak yerde geriye geriye oynayan, tek işi olan duran topları da doğru dürüst kullanmayan, üstelik bir de taraftara küfür eden ‘kontenjan senatörü’ yine sahadaysa, durur bir düşünürüm…

Ya figüran olduğumu kabul eder, ‘kerhen’ oynarım, ya bırakırım ‘beyefendi’ oynasın... Derim ki; “Takımının kazanmasını değil, tek futbolcunun başarmasını isteyen teknik direktörün istediği gibi, kendi işime bakarım, onun yaptığı gibi yaparım… Geriye geriye oynarım. Öyle riskli araya, gol olabilecek pas atmayı düşünmem bile, uzaktan uzaktan denk geldikçe kaleye vururum, olursa kahraman, olmazsa şanssız olurum…” Fatih Terim, yine ve yeniden Belhanda’yı bir kez daha takımın vazgeçilmezi ilan etti. Zaten futbol fakiri bir sezon başlangıcı yapan, yarınlar için umut vermeyen G.Saray, Beşiktaş karşısında da yine ‘gibi’ oynadı.

Maça gelirken, her iki takımın futbolları ve aldıkları sonuçlar birbirlerinden farklı değildi. Yalnızca Siyah Beyazlıların sakatlıklar nedeniyle kadro derinliğinin kayboluşu, sakatlıktan henüz çıkan futbolculara sarılmak zorunda oluşu vardı.

G.Saray’ın, Falcao’su dışında, zaten ona da pas ve orta yapılmadığı için oynadığı maçlarda etkisiz elemana dönmüştü, eksiği yoktu. Terim, rakibin eksikliğinden, nasılsa yararlanırım diyerek, ‘çıkın oynayın’ taktiği ile maça başladı. Sezon başından bu yana, çoook eskiden yaptığı gibi, takımı hazırlamak yerine, stattaki restoranla, tribündeki taraftarla, yönetimle, federasyonla, ezeli rakibin başkanıyla uğraşan Fatih Terim, her maç sonrasında yarattığı bahanelerle geldiği Beşiktaş maçındaki kadro ve oyun anlayışıyla, sonuca bakmaksızın Abdullah Avcı’ya devre arasına kadar opsiyon yarattı.