MEHMET AKİF ERSOY’UN EVLİLİĞİ VE AİLESİ-3

EŞİ İSMET ERSOY HANIM (H. 1294/1878-20 NİSAN 1944) 

Mehmet Akif, İstiklal Savaşı’na katılmak için İstanbul’dan yola çıkarken, ailesini Kayseri’ye yolladı, yanına yalnızca oğlu Emin’i aldı. ‘Benim öldüğüm yerde oğlum da ölsün’ diyen Mehmet Akif, oğluyla birlikte cepheleri dolaştı, halka ve askerlere moral verip, düşmanın çıkardığı yangınlara su taşımak gibi fedakârlıklarda bulundu.

MEHMET Emin Ersoy Bey (R. 1327, H. 1329/1911 – 24 Ocak 1967): Mehmed Âkif’in büyük oğlu Emin (1911-1967) babasıyla ilgili hatıralarını kaleme almış, İstiklâl Savaşı’na onunla birlikte Anadolu’yu dolaşarak iştirak etmiş; fakat askerliğini yaptığı sırada yaşadığı talihsiz bir vaka sonrasında hayatının kalan kısmını büyük oranda perişan bir biçimde geçirmiş bir şahsiyettir. Millet gazetesinde on beş; Memleket ve Tercüman gazetelerinde birer bölüm hâlinde yayınlanmış hatıralarında babasıyla geçirdiği Mısır ve İstiklâl Savaşı yıllarına dair birçok ayrıntı vermiş ve hem yakın tarihe, hem de Mehmet Âkif biyografisine katkıda bulunmuştur.

MEHMET EMİN’İN HAYATI

Mehmed Âkif’in üç oğlu dünyaya gelmiştir: İbrahim Naim, Emin ve Tahir Ersoy. Büyük oğlu İbrahim Naim bir buçuk yaşında iken ölmüştür. Emin ortanca oğludur. Küçük oğlu Tahir (1915-2000) ise babası Tahir Efendi’nin adını taşır. Akif’in hayatı hakkında bilgi veren kaynaklar çocukları hakkında doyurucu malûmat vermez. En başta, damadı Ömer Rıza Doğrul (Ölümü: 1952)’un Safahat neşrinin girişinde verdiği malûmat yetersizdir. Yakın arkadaşlarından Haşan Basri Çantay’ın (Ölümü: 1962) Âkifnâme’sinde ise “Mehmed Akif’in Doğumu ve Ailesi” başlıklı bir bölüm olmasına rağmen yalnızca anne ve babası hakkında bilgi verilmiştir.

Emin’in hayatı hakkındaki ayrıntılar ise daha çok Reşad Ekrem Koçu ile M. Ertuğrul Düzdağ’ın eserlerindedir. Düzdağ’ın verdiği malûmata göre Emin 1908’de İstanbul’da doğmuştur. Fakat ailenin vukuatlı nüfus kaydında Emin Akif Ersoy’un doğum tarihi Rumi: 1327, Hicri: 1329 yani 1911 yılı olarak gözükmektedir. Mehmet Akif İstiklâl Savaşı’na katılmak üzere İstanbul’dan yola çıkarken Emin’i de yanına almıştır. Ailesinin diğer fertlerini bir müddet sonra Kastamonu’ya getirtip orada bir ev kiralayan Âkif, Emin’i de Kastamonu’ya göndermiş ve mektebe kaydettirmiştir. Fakat Emin Kastamonu’da fazla duramayarak kaçmış, babasının yanına, Ankara’ya gelmiş ve Akif’le birlikte Taceddin Mahallesi’nde ikamet etmiştir. Âkif, bir müddet sonra eşi ve diğer çocuklarını da Ankara’ya getirtmiştir. Fakat başkentin Kayseri’ye taşınma tartışmalarının yaşandığı İstiklâl Savaşı sıralarında eşini ve çocuklarını Kayseri’ye göndertmiş, yanında yalnızca Emin’i alıkoymuştur. “Benim öldüğüm yerde oğlum da ölsün” diyerek baba-oğul cepheleri dolaşmışlar, halka ve askere moral verip düşmanın çıkardığı yangınlara su taşımak gibi fedakârlıklarda bulunmuşlardır.

Emin, hatıralarında babasının kendisini yanında alıkoymasından iftiharla söz eder, bunu biraz da onu diğer kardeşlerinden daha fazla sevmesine bağlar. Mehmet Âkif, uzun süreli gidişinden önce de birkaç kez Mısır’a gitmiştir. 1923 ve 1924 kış aylarını geçirmek üzere Abbas Halim Paşanın davetlisi olarak Kahire’ye gitmiş, 1924 ve 1925 baharlarında İstanbul’a dönmüştür. Fakat Mısır’da kaldığı ilk iki kış döneminde İstanbul’da bulunan Emin, haylazlık yaptığı için çok üzülmüş ve 1925 sonlarında uzun süreli olarak Kahire’ye giderken onu da yanında götürmüştür. Âkif daha sonra eşini ve küçük oğlu Tahir’i de yanına aldırtmıştır. Âkif’in Mısır’da iken Emin sebebiyle ne kadar tedirgin olduğunu, Kahire’den dostu Fuad Şemsi İnan (1886-1974)’a yazdığı mektuplar yeterince gösterir. Gerek Fuad Şemsî’ye, gerekse diğer dostlarına yazdığı mektuplarında Emin’le ilgili birçok husus dile getirilmiştir. Mektuplarda bir baba olarak Âkif’in oğlu hakkındaki endişelerini bütün açıklığıyla görürüz. Onun İstanbul’da iken okula devamsızlık vb. davranışlarından duyduğu üzüntü; Mısır’da iken de Arapça ve İngilizce öğrenmesi için gösterdiği gayret ve teşvik, bu hususta yeterince gayretli görmediği oğlu hakkında esprili bir üslûpla dile getirdiği şikâyetler, eğitimiyle ilgili gelişmeleri takipteki hassasiyeti, güreş ve yüzme gibi spor dallarında gösterdiği kabiliyetten duyduğu memnuniyet ayrıntılı bir biçimde mektuplarından takip edilebilir.

AKIF’İN MEKTUPLARINDA OĞLU EMİN

Mektuplarda Emin Akif’le ilgili bölümleri kronolojik sırayla iktibas edersek şöyle bir manzara ortaya çıkar: “İki gözüm Fuat, Bizim Emin çok haylazlık ediyormuş; müdavim bulunduğu Üsküdar Sultanisinden savuşup çarşılarda, pazarlarda dolaşıyormuş. Annesi, ben başa çıkamıyorum diyor. Dünden beri kafam altüst oldu. Artık mektebe kadar giderek derece-i devamı hakkında tahkikat icra edersin, sonra bizim eve de uğrayarak validesiyle konuşursun. Oğlanı azarlamak, dövmek, türlü cezaya çarpmak salâhiyyetin dahilindedir. Benim avdetime kadar sen velisi olacaksın, anladın mı? Kat’iyyen ihmal etmeyeceğinden emin olduğum için sana yazıyorum. Kuzum kardeşim, icabını icrada terâhî gösterme! Gelecek posta ile annesine de yazacağım; çünki şimdi vakit yok... Hatta bu mektubu bir gidenle Port-Said yolundan göndereceğim.” (Fuad Şemsi İnan’a, 3 Mart 1341 (3 Mart 1925).

“İKİ GÖZÜM FUAT”

Geçen hafta kemal-i isti’cal ile yazıp gönderdiğim mektubun vusulünden emin olamadığım için tekrar yazıyorum. Evden gelen son mektupta bizim Emin’in mektebe canı isterse gittiği, canı istemediği surette... Sıvışıp sokak sokak dolaştığı, verilen nasihatlerin, edilen tevbihlerin, ihtarların müessir olamadığı bildiriliyor. Ben bu hâli zaten seziyordum. İş’ar-ı ahir, olanca aklımı başımdan aldı. Avdetime kadar çocuğun vazife-i velayetini ifa edecek dostumu, zihnen bir hayli taharriden sonra seni buldum. Enişteleri, sonra sana şifahen bildireceğim esbabdan dolayı, bu işe ehil değillerdir. Kuzum kardeşim, bizim ev Üsküdar’da, Selimiye’de, ecza- haneye muttasıl Şevket Paşa’nın evidir. Acele ile öbür mektupta tarif etmesini unutmuştum. Oğlanın mektebi de Üsküdar Sultanisidir. Geçen sene Çengelköy’deki Havuzbaşı Numune Mektebinin beşinci senesini zor zar geçebilmişti. Numunelerin altıncı senesinin kaldırılması üzerine bu mektebe vermeye mecbur olduk.

Oğlan ahmaktır. Senelerden beri uğraştığım hâlde yalan söylemekten vazgeçiremedim. Yarım saat sonra meydana çıkacak yalanlarla işini görebileceğine kani olan sersemlerden! Doğrusunu söylemek şartıyla birçok kusurlarını bağışladığım ve bu tabiatim hakkında kendisine itimat verdiğim hâlde bir türlü o huyundan vazgeçiremedim. Her neyse kardeşim, eve uğrar, mucib-i şikâyet olan ahvalini validesinden öğrenirsin; tabiî mektebine de giderek müdüründen, müdür muavininden lâzım gelen malumatı alırsın! Selimiye’de bizim Miralay İsmail Hakkı Bey isminde bir dostumuz vardır ki pek mübarek bir adamdır. İstersen, onunla da konuş! Hâsılı, tekdir ile ihtar ile dayak ile, tazyik ile, murakabe ile bu sersem çocuğu yola getirmeye çalış! Ahval, beni canımdan bîzar etmişti; bu hâdise, yıkık maneviyatım üstüne tüy dikti!

Çoktan beri yazamıyor, imâte-i vakt için okuyordum. Şimdi aynı satırı kırk defa okusam bir şey anlayamıyorum. Bu vazifeyi muvakkaten sana devretmekle azıcık teselli duyuyorum. İleride mektebini değiştirmek, leylîye kalbetmek icap ederse düşünür, birlikte kararını veririz. Arzu edersen daima murakabe edebileceğin bir mektebe geçiririz. Âh, kendi yumurcağını terbiyeden aciz babaların mürebbi-i ümmet geçinmesi ne ayıp şeymiş! Bu hafta validesine yazdım; senin icraatına kat’iyyen müdahale etmemesini sıkı sıkı ihtar ettim. Hani sen zengin olacaktın da beni şair edecektin. Ondan vazgeçtim. Şu çocukla biraz meşgul olursan beni cidden minnettar edersin. Dirîğ-ı lütuf etmeyeceğinden eminim. Cenab-ı hak tevfik versin! Onun küçüğü Tahir var ki daima kendisinden beyan-ı memnuniyet ediyorlar. Tabiî neticeye ait bana malûmat verirsin! Baki kemal-i iştiyak ile gözlerini öperim, kardeşim Fuad’ım.” (Fuad Şemsi İnana, 8 Mart 1341 (8 Mart, 1925) Pazar). “Bizim aptal oğlanla ne yaptın? Çağırdın, tekdir, yahut nasihat etmedin mi? Herifte adamlık kabiliyeti görüyor musun? Herhâlde vazife-i vesayeti kemal-i ciddiyetle ifa etmelisin! (...) Allah sağlık verirse, 29 Nisan’da İskenderiye’den vapura bineceğiz. Şu hesapça, bir ay sonra görüşürüz. Allah’a emanet ol, kardeşim! Oğlanın işini ihmal etme ha!” (Fuat Şemsi İnan’a, 12 Ramazan, 1343 (6 Nisan 1925) Pazartesi).

“Fuat, Seni taltif için, hayli zamandır bir vesile arıyordum; kısmetin açık imiş ki iki tane birden zuhur etti. 1. Bizim Tahir, galiba, ağabeyi Emin’in bir buçuk iki sene evvelki mesleğini tuttu. Zannediyorum o daha çabuk yola gelecek kabiliyettedir. Onlar şimdi Beylerbeyi’nde, Havuzbaşı’nda, ressam Halil Paşa’nın köşkünde, Ömer Rıza ile beraber oturuyorlar. Önceden Rıza’yı haberdar ederek bir cuma günü lütfen gider, tahkikat-ı lâzimeyi icra ve tenbihat-ı muktezıyye-yi fîsebilillah i’tâ edersen, ben hazretlerini hizmetinden memnun olmak cihetine biraz imaleye muvaffak olursun.” (Fuat Şemsi İnan’a, 2 Recep 325 (6 Ocak 1927) Perşembe).

“Tahir için validesine yazdım. Hiç karışmayacak, tamamiyle sana bırakacak. Emin’i buraya getirdiğimden dolayı o kadar memnunum, o kadar doğru bir iş gördüğüme kaniim ki sorma! Evet, “Secde”den sonra bir şeyler yazmak isterdim amma, tercüme işini ikmal etmeden şairliğe kalkışmayı doğru bulmuyorum.” (Fuad Şemsi İnana, 8 Şaban 1345 (10 Şubat 1342/1927 Perşembe). “Emin, Arapça ile İngilizce ile hiç iyi değil. Zaten onun oyundan başka arasının iyi olduğu bir şeyi henüz göremedik! Mamafih, buraya getirdiğim çok isabet oldu, mütalâasındayım.

Hâ! Kuzum evlâdım, Zihni Efendi merhumun el-Müşezzeb diye bir risalesi vardır ya, onu lütfen bana yollayıver. Hatırımda kaldığına göre onun sarfiyle nahvi aynı risalededir. Bunu Emine okutmak istiyorum. Gündüzleri mektebe gidiyor, ellerinizi öper. Kardeşi Fahir’e de arz-ı hürmet eder. Kemal-i iştiyak ile gözlerini öper, cümlenizi sıyânet-i mevlâya emanet ederim. Ferit’i, Hayri’yi görürsen, unutma, ikisine de selâmımı söyle.” (Mahir İz’e, 25 Kânûnusânî 1342 (25 Ocak 1926). “Kitaba çok memnun oldum. Bakalım, bizim Emin’e onu okutmak istiyorum. Lisan hafıza işi, oğlanda ise o meleke, ötekilerden de berbat! Ramazanın başından beri çalıştığı Tebbet Yedâ sûresini Kadir Gecesi dinletebildi, o da dört yanlışla!

Sonra da bana, “Baba, beni hafız mı etmek istiyorsun?” demesin mi! “Oğlum, böyle bir şey aklımdan geçmedi. Zaten, baksana; maazallah öyle bir tasavvurum olsa, bu gidişle ömr-i beşer değil, ömr-i beşeriyyet bile yetişmeyecek!” dedim. Mamafih, çocuğun gayet iyi bir hâli var: Kendisinden son derecede memnun. Şu hakkını da unutmayalım ki ramazanı tamamıyla oruçlu geçirdi. Senin Fahir ne yaptı? Vakıa o, zannederim, geçenlerde bir hastalık atlattı. Tabiî zayıf düşmüş, oruç tutamamıştır.” (Mahir İz’e, 29 Ramazan 1344 (12 Nisan 1926).13 “Emin hâlinden, bermûtad, pek memnun. Rüyalarını bile Arapça görüyormuş! Bizim dairenin kapıcısı, Elbasan köylerinden Kâzım Ağa’nın, Emin’den bir yıl evvel Mısır’a gelen, o yaşlarda bir oğlu var. İşte bizim mahdûm-ı mükerrem, ondan tashih-i lügat ile meşgul! “Var kıyâs et vüs’at-i deryâ-yı rahmet nidüğün!”

Mamafih, getirdiğim çok isabet olmuş. Bilhassa ellerinizden öper.” (Mahir İz’e, 1345, Perşembe (30 Haziran 1927). “Emin geçen sene Hilvan’da hususi bir mektebe gidiyordu. Bu yıl Mısır’a gidecek. Terakkisi gayet yavaş, mamafih fena değil. Mahsus, ellerinizden öpüyor, kardeşi Fahir’e de selâm ediyor.” (Mahir İze, 20 Safer 1346, 18 Ağustos 1343,

YARIN: AKİF’İN VEFATINDAN SONRA MEHMET EMİN